Translate

30 Ekim 2013 Çarşamba

Bir yatağa uzanmışız. Ben göğsüne yatıyorum. Sen saçlarımı kokluyorsun. ''Beni bırakma tamam mı?'' diyorum durduk yere. Ağlıyorum sonra. Halbuki kavga da etmemişiz. Öyle durduk yere söylenip ağlıyorum. Kış mevsimi, hava kararmak üzere.

O gün mü hissettim dersin?

20 Ekim 2013 Pazar

*










canım didem madak

''maksat yeşillik olsun''

''NELER GÖRDÜM

-Beklenti yoksa hayal kırıklığının olmayacağını

-Kalbin beyninden daha akıllı olduğu

-Seslerin ve düşüncelerin havada uçabildiği

-Kendinize yabancılaştıkça kendimizi tanıdığımızı

-Yılların geriye işlediği zamanları

-Aslında her şeyin aynı şey olduğu

-Küçücük bir şey değişince çok şeyin değiştiğini

-Bazen doğrunun yanlışta gizli olduğunu

-Bütün kitapların bundan bahsettiğini

-Kuralsızlığın en doğru kural olduğu

-Bir noktanın sonsuzluğunu

-Yeni'yi bir yavru kedi gibi koruyup kollamak gerektiğini

-Gerçekse etkisinden belli olacağını

-Hayatın karmaşadan yeşerdiği

-Kazansan da kaybetsen de kazandığını''



OT DERGİSİ ekim sayısı yine çok güzelsin, yine çok özelsin.

15 Ekim 2013 Salı

''sen aydınlatırsın geceyi''

Yumuşacık kalbiyle beni kucaklayan  Nick Drake'e  sevgiler. Bu öyküyü  bu şarkı(tıkla) eşliğinde dinleyiniz.



Bir kafede buluştuk bugün uzun bir aradan sonra. Her zamanki gibi geç kaldım. Bu kez farklı bir masaya oturmuştu. Geç kalmam umurunda bile değildi. Halbuki yolda bahanelerimi sıralarken hangi mimik ve jesti kullanacağıma kadar planlamıştım. Evet, itiraf ediyorum yine uyanamamıştım. Bana çok sinirlenirdi geç kaldığım için, ama şimdi...Ayağa kalktı, sarıldı usulca. Çok özlemişim.

Lafladık biraz...

Sonra durup baktı. ''Saçlarını mı kestirdin sen kısalmış?'' dedi. ''ha saçlarımı kestireli 2 ay oldu aslında bu uzamış hali'' diye yanıtladım bozulduğumu belli etmemek için zoraki bir gülümsemeyle.

Bozulmuştum çünkü; onu upuzun süredir görmüyordum. Görememeyi geçtim haber dahi alamıyordum. O bir tuğla koydu, ben bir tuğla koydum derken aramızda kocaman bir duvar oluşturmuştuk. O ne halde, ben ne haldeyim 3 yıldır bilmiyorduk. Zaman, duvarlar bla bla...

Tam bunları düşünürken garson geldi, menülerimizi getirdi. Ben menüye bakarken, o da gözlerini dikmiş bana bakıyordu. ''Ne oldu?'' dercesine ona baktım.Garsona dönüp''bizim kız menüden bişey seçme konusunda çok kararsızdır. Sen bize iyisimi  biri orta biri sade 2 türk kahvesi yanında da 2 sade soda kap getir?'' dedi. Sonra onay bekler cinsten bana baktı. Şaşırdım. Çocuksu bir sevinçle kafamı salladım.  ''bu arada kusura bakma bizim her zamanki masamıza oturacaktım ama bizden önce kapılmış malesef '' dedi. Sustuk bir süre. Gülümseyerek birbirimize baktık.

Gülüşünde ''korkma bişeyin olduğu yok'' vardı. Güven vardı. ''hala'' vardı. ''hep'' vardı. ''güneş'' vardı. Aramızdaki buzdan duvarlar eridi birden. Hissettim. Mesafeler kayboldu bir anda.

''Hadi bir sigara yak'' dedim. Camel paketini ortaya koydum. Bu kez şaşırma sırası ondaydı. Gülüşümüze güneş taktık. Kaldığımız yerden  sohbetimize devam ettik. Birbirimizin güneşiyle aydınlandık.