Translate

24 Şubat 2011 Perşembe

olmasa da olsun mu?(ama olur)

dinlen...
sesleri yok et etrafındaki.
şu üzerindeki renkli kıyafetleri çıkar ve sade bir pijama giy.
şu an fon da çalan müziği duyuyor musun?
havadaki kokuyu ya da?
sakinleş diyorlar.
korkma diyorlar.
''herkes gitsede aynada gördüğün bakidir'' diyorlar.
şu masaya bak, masmavi bir tahta ve üzerinde beyaz bir kağıt.
senin cümlelerini bekliyorlar.
oturmanı sakinleşmeni ve birbir anlatmanı
şu odanın içinde bir bebek var, usulca uykuda şimdi.
o da seni bekliyor.
o beşiğe gitmeni, sevmeni ve annesi olmanı...
daha çok zamanı varmış, o yüzden uyanmıyor.
bir dünyadan geçiyorsun.
itinayla yaşadığın kaoslar sırtında.
en canlı renklerini akıtırken sepyasına,
kayboluyorsun kendi karanlığında.
gir şuradaki eve!
şu koridor, şu adam, şu bebek, şu masa, şu eldiven, şu sıcaklık, şu dostlardan kalma fotoğraf albümleri...
hepsi senin hepsi hepsi hepsi...
bazılarını gördün, bazılarını göreceksin.
daha beklemedeler kısaca.
biliyorum sende bekliyorsun usulca.
karnın güzel bir hikayenin başlangıcında.
ilk kıpırdanmaları kalbinin atışlarında
korkma.
her şeye rağmen inanmak güzeldir ya!

21 Şubat 2011 Pazartesi

inci doğmuş, büyümüş, güneş olmuş.

güneş kadın...
annem!
ben onun parçası, küçük bir ışık taneciği.
onu izlerken, bir mucizeye şahit oluyorum.
onu izlerken, umuda boğuluyorum.
onu izlerken ''belki gelecekte bende böyle severim insanları,hayatı'' diyorum.
''belki ben de bir çiçek açtığı için bu kadar şaşırıp mutlu olabilirim'' ya da.
biliyorum biliyorum ece diyordu''kız çocukları anneleri gibi sever'' umut verirken bazen korkunçta geliyor mesela bir adamı onun babamı sevdiği gibi sevmesi...
olacak iş değil!
o bir güneş.
evimize neşe saçıyor, ışık getiriyor.
sonra gülüyoruz.
bize gülmeyi öğretiyor.
sevmeyi öğretiyor sonra.
güzelce seviyoruz.
inanarak hem de insanlara.
sonra pencere kenarında mutfakta güzelce kahvaltı yapıp, fokurdayan çaydanlık buharında cildimizi tazeliyoruz, güzelleşiyoruz :)
ötesi var mı?
yok.
nice güzel yıllara.

not:telefonda benimle konuşuyor, tomurcuğum benimle konuşurken böyle güzel çiçek açıyor işte yerim onu ben YER! :)


19 Şubat 2011 Cumartesi

evet gece yolculuğu

aslındaaa yollar yalanını görmeeez yaraları sarmaaaaaaz hiç bitmeeeee.
drırırımdım dıırrııııııııııım.


ilk kural: yollarda komik video izleme ve mizah dergisi okuma. ben bunu hep unutuyorum. hayır benim volüm sorunum var çünkü. gülerken ses çok çıkıyor.
ikinci kural: kural yok.
yollar güzeldir.
bence yol çizgileri renkli olmalıydı. ne kadar zevkli olurdu. tamam bütün yollar olmasa bile-ki olabilir-  belki bir mahalle renkli yol çizgilerine sahip olabilirdi. dünyayı çok griye boyuyoruz. sonra mutsuzluğumuzu ve yalnızlığımızı sorguluyoruz.
insanlar uyudu, gece yolculuğu bu. kendimi gece yolculuklarında olgun, sakin ve ciddi bir adamın karşısında sürekli konuşan ve espiri yapan kız gibi hissediyorum.
demin yol tuttu ilk kez. o kadar çok su içtim ki geçer diye. offffffff dinlenme tesisine ne kadar kaldı???

ben her yolculuğa çıkışımda gökte dolunay olur.
dolunayın anlamı neydi?

18 Şubat 2011 Cuma

16 Şubat 2011 Çarşamba

bitter olsun mu?

kurduğum cümlelere verdiğin cevaplar ağzında eriyen birer çikolata olsun.

14 Şubat 2011 Pazartesi

nasıl fikir?

bir sevgilim olsaydı bugün birlikte fotoğraf çektirip, facebooka fotoğraflarımızı atıp albümün adını da ''seni seçtim pikaçu'' yapardım.

(şaka!)

12 Şubat 2011 Cumartesi

janseeeet dön evine.

janset gitti. yatağım boş. yanağını ve kucağını ve pamuk ellerini bana bırak diyemedim. desem bırakırdı ama :)

9 Şubat 2011 Çarşamba

naber kedicik?







çocuk kalmak kötü değildir.
 kötü olan şey; yarattığın oyunlara insanları dahil edip, karşındaki insan oyunu güzelleştirmeye çalışırken ''sıkıldım git'' demektir.
biz terk etmenin acısını oyun sırası karşımızdaki insana geçince ''ben oynamayacam, sıkıldım'' deyip gittikten sonra balkondan aşağıya baktığımızda, onu orada tek başına iki kişilik oyunu oynamaya çalıştığını gördüğümüzde hissediyoruz.
işin ilginç yanı ilk defa da böyle terk ediliyoruz. sıramızı büyük bir heyecanla bekledikten sonra oyun arkadaşımız gittiğinde...


şu fotoğrafı  çektiğimde 16 yaşındaydım. jansetle, ilayda üniversiteyi kazanmıştı. ben yalnızdım evde. bir de tabi yeni taşınmıştık antalyaya. fazlaca yalnız hissediyordum yani.  canım sıkılınca kendimle oynardım. annemle babam alışmışlardı artık bu hallerime. evde böyle gezen bir böcek işte :)
insan kendisini haddinden fazla ciddiye alıyor 16-17 yaşlarında.
yalnızlığın bunalım nedenin oluyor. 
ilk yalnızlığımızla karşılaştığımız yaşlar o zamana tekabül ediyor galiba. ergenlik bunalımı deniyor buna sonra...
hani herkesin seni çok sevdiğini düşünüp aslında abarttığın kadar kimsenin seni önemsemediğini görme zamanın işte.
pilli bebeğin ''kedi'' şarkısını bilir misiniz? o dönemler bol bol dinlerdim. bugün yine aklıma geldi şarkı. dinledim. sonra bu fotoğrafım geldi aklıma. paylaşıyorum işte sizinle.
 16 yaşımla karşılaşsam ona ne derdim acaba? dedim bugün içimden. hiç bir şey demezdim işin doğrusu, sadece kocaman sarılırdım. zaten bana soru soracam diye, konuşturmazdı beni. sonra dersahaneye geç kalıyorum diye koşarak giderdi yanımdan.
yok yok!
iktisat okuduğum için kızardı güzelce sonra ''sevgilin var mı?'' derdi. yalnızlığımın nedenini öğrenince de ''boku yemişim anlayacağın'' deyip güler giderdi. 


ama






hayat işte bee.... :)

8 Şubat 2011 Salı

duyurulur!

bugün dünya'nın nabzını ölçtüm. çok hızlı atıyordu. göz göze geldik. ''gözüm kararıyor'' dedi bana. ''şu koltuğa uzan'' dedim. çaresizce baktı yüzüme.kucağıma aldım, koltuğa bıraktım.dünyanın panikatağı var. yine hangi yarasını gördü de böyle oldu anlayamadım ama.


neyse efendim...


dünya şimdi içeride dinleniyor.
her şey bana emanet.
sevgiler...

7 Şubat 2011 Pazartesi

çaktırma

''uyumak'' yerine ''uyuyakalmak''  yani bunu tercih etmek. televizyon karşısında, kitap okurken falan. beklemek uykuyu, çaktırmadan gelsin demek. çok acı çekildiğinin ibaresidir.


geçer geçer.
pışşşşşşşşşşşşşş...

çürümemene duacıyız mandalina


herkes onu anlattı, parlattı. halbuki o yalnız bir mandalinaydı. 
inandı onlara.
cümledeki kelimeleri sıkan insanlara inanmak, seni sadece çürütür mandalina.

6 Şubat 2011 Pazar

insanlar hiç bilmiyor doktor





sevgili doktor bey. görüyor musunuz bak döndüm dolaştım yine size geldim. sizden korkuyorum. her seferinde bir şekilde ne yapıp edip kan tahlili istiyorsunuz benden ve gidipte kolumu uzattığımda, kanımı aldırdıktan sonra tansiyonum düşüyor benim.
kapıda onlarca insan var. hepsi tedavi sırasını bekliyor. bir bebek gördüm hasta ve ciddiyetle baktı bana. gülümsedim ona kafasını çevirdi. yemişim senin ciddiyetini deyip şebeklik yaptım iki dakika sonra kıkır kıkır güldü. bebeğin hastanede işi olmaz. ayaklarına gidin siz onların. şu beyaz koridorlara onların o saf rengi uymuyor çünkü.sırf bunun için gitmelisiniz. bir de bir adam vardı. ellerimi kaşıyordum, göz göze geldik. elinde bir kağıt bekliyordu sırasını. ama hastalık pekte umurunda değilmiş gibiydi. kulağımda müzik çalıyordu. sesleri pek duymuyordum insanların. sonra kapandı müziğim, sesler geldi.
hasta ama hastalığının dışında herşeyi düşünen devlet hastanesi hastalarının uğultusu. bu yüzden koridorda bir çocuk koşsa başkalarının rahatsızlığını bahane edip hemen kızıveriyorlar. hastaneden şefkat bekleyen insanlar bunlar. şefkat beklediklerini kendileri bile bilmiyorlar.
 tansiyon ölçme aleti vardı koridorda. ne korkunç şey yahu o! kolumu içine sokuyorum gitgide şişiyor. kolum içinde kalacakmış gibi. şişti, korktum kapatmadan kolumu çekemeye çalıştım. allahım! çıkmıyorda. imdadıma bir teyze yetişti. biz türkler hastanede ve otobüslerde yabancı nedir bilmeyiz. hemen kaynaşır iki dakika da hikayelerimizi döküveririrz ortaya.
doktor!
pia mı kanserdi ben mi?
kanser olan sendin mi!? pia benim kanserli parçamdı yani ve alınması gerekiyordu. öyle mi?
alındı tabi...
eksiğim şimdi. soğuk havalarda en çok orası üşüyor biliyor musun? rüzgarlar orama orama vuruyor.
 boşluk işte...
daha başka nasıl anlatılır ki?
 eksikliği bu kadar hissedilmesin diye keyiften  deyip aslında o yaramı hissetmemek için içtim hep. sonrası malum buralardayım işte... alkolik değilim olamam da! sahi pia'yı almadan ruhumdan kanser temizlenemez miydi?
şu kolum tansiyon aletinin içinde kalacak diye korktuğumda bana yardım eden teyze var ya. şekeri çok yüksekmiş,  bir ara bacağını keseceklermiş. gülümsedi sonra bana çok şükür iyiyim şimdi ama düşmüyor şekerim kör olasıca dedi.
doktor bey hepimiz eksiğiz. bu eksikle nasıl yaşanır onu öğrenmeyi becermeye çalışıyoruz. bence kanımı almak yerine şu rüzgarlı havalarda şu giden parçamın olduğu boşluk  nasıl acıtmaz beni bana onun reçetesini verin.
hava öyle güzel ki ve bugün çokça hikaye göreceksiniz. bence iki laf söyleyip göndermek yerine hepsinin hikayesini dinleyin. hepimiz sizden bir şey bekliyoruz. beklediğimiz şeyi en iyi siz biliyorsunuz.
kusura bakmayın kanımı aldırmayacam. içmeye devam edebilirim ya da bir gün kendimi durdurabilirim bana kalmış bir şey. siz beni kan aldırmya göndermek yerine şu boşluk nasıl dolar onu söyleyin.
size vakit veriyorum. o zamana kadar görüşmek üzere...
sevgili mandalina...
içim siyah-beyazdır aslında benim.
bu yüzden hep renkli giyinirim.
gider bir insanı severim.
dünya'nın tüm canlı renklerine bezenirim.
içim hep ama üşür benim.
bu yüzden hep ''ısıt beni'' derim.
güneş'in batış saatlerinde kapatır gözlerimi dünyayı gezerim.
o kadını, o notayı, o sıcaklığı, o eksikliği, o yol çizgilerini bir bir görürüm.
evet...
işte böyle bir hayalperestim.