Translate

28 Ekim 2010 Perşembe

imla klavuzunda yazmıyor ama

''ve..'' dedi tanrı: ''bütün bitmiş cümlelerin sonunda nokta konur. Bir adam gelir özne olur, bir cümle kurdurur, içine renkleri doldurur, notaları sığdırır...Olumlulaştırır olumsuza yol alır. Umuda girer, inancı teğet geçer.Önce ağlatır sonra eksiltir.Sonuna ağır aksak bir yüklem alır ve noktanın vakti gelir.''


Nokta dediğin kendi ekseni etrafında dönen bir dünyadır.

23 Ekim 2010 Cumartesi

çok mandalina yersen turuncu kusarsın

* ebesin 30 a kadar say.


-hani ben fasülyeydim

*artık büyüdün değilsin

-karanlıktan korkarım ben ama

*hiç bir şey olmaz başla saymaya

(1-2-3-4-5-6-7-8-9-10 korkmuyorum korkmuyorum korkmuyorum)

üç hayat öncesinden iki hayat sonrası varlığın

silmiyor hafızam hiç birşeyi,

ne gelişleri ne gidişleri

silmiyor hafızam hiç bir şeyi

her gün biraz daha biraz daha işliyor tenime özlemini çektiğim kokun

yokluğun gökyüzüne ulaşıp ozonu deliyor

hayatın öğle saatlerine denk gelen kalabalığına karıştığımda cildimi zehirliyor

ellerin:gizli sığnağın

ellerin:valığının kanıtı

ellerin:huzura boğulmuş göz kapaklarımın kapanış dakikalarının tik tak atışı

bak yine saat 12 oldu

bizim kuş hayat doldu

kül kedisini sardı mı bir telaş

kaçarken ayakkabısını unuttu

unutmadı! prensin onu bulacağına inandı

kadınlar mutluluğa inançlı

erkekler kararsızlıkta inatçı

(11-12-13-14-15-16-17-18-19-20 korkmuyorum korkmuyorum korkmuyorum)

sakın gelme sevgilim

çünkü ellerim kuştur benim

her gelişin bir kırılıştır kanadımda

ama güvercinim ya ben, kırılan kanadımla uçamam uzağına

fakat güvercinim ya ben, uçmak benim ruhumda

hoşçakal sevgilim

benim kanadım kırılmamış, azıcık yara almış

hoşçakal sevgilim

iyileşme vaktim çoktan gelmiş

ve kanatlarım pır pır hareketlenmiş

hoşçakal sevgilim

kararsızlığın çoktur

ve araflar boktur!

(21-22-23-24-25-26-27-28-29-30 önüm arkam sağım solum ebe söbe

dıp

dıp

dıp

dıp

korkmuyorum artık karanlıkta yanlızlıktan

YAKALAAAADIM DIM DIM DIM!)

20 Ekim 2010 Çarşamba

aşifte

güzel değil, cilveli.


herkes arkasından böyle söylerdi. kocaman kahkahalar atardı. sevdiği erkeklerin önce ruhuna aşık olurdu.

kimisinin eli, kimisinin sesi, kimisinin nefesi üzerine hikayeler, şarkılar, şiirler yazardı.

her seferinde kocaman bir gülümseme, eller birleşmiş ve gözler gökyüzüne bakar halde ''inanıyorum bu kez güzel olacak'' derdi.

adam bir espiri yapardı, kız biraz çapkın, biraz çocuksu bakar ve güler ve dikkatini çekerdi adamın.

arkadaşının gittiği bir falcıdan duymuştu: ''kader insanı önce zayıf noktasıyla dener, sonra da ödüllendirirmiş'' kabullenmişti onunda zayıf noktası buydu ve kader onu defalarca denemişti. artık bir ödülün vaktinin geldiği söylüyordu kendi kendisine.

(o vakitler asla gelmez baylar bayanlar ama o bunu duymuyor bir türlü. kader asla insanı ödüllendirmez. her seferinde daha büyük bir acıyla karşılaştırır. insan ömrü boyunca o ödülü bekler durur. bu ödül için fazla beklentiye giren insanlar fazla imite bir hayat kurup kendilerine sonunda gerçeklerle yüzleştiklerinde dayanamayıp intihar ederler.)

bir adam görüyordu, içinden bir şarkı tutuyordu, adına bir hayal kuruyordu ve PAT! adamın peşinden sürükleniyordu.

bazı kadınlar onun güçsüzlüğünden bahsediyordu. ''tek başına var olamıyor bir türlü sürekli biri geliyor diğeri çıkıyor yazık yazık!''

kadının güçsüzlüğünden bahseden kadınlar bir kaç hayat sonra kıpkırmızı gözlerle ''giderse ölürüm'' diyordu bir adam için.

kızın giderse ölürüm diyeceği bir aşk...

evet evet bir kez gelmişti başına. adam gitti, kız öldü...

ama dünya dönmeye devam etti, eksik gedik, olmamış, olduramamış bir dünyada yaşamaya devam etti.

gitti, öldü...

yani bu kadardı!

sonra hayat başka bir hızla aktı üzerinden. çünkü giderse ölürüm dediği adam gitmişti, kız ölmüştü. bir asfaltın üzerinde ölüydü kız.kimse farkında değildi. üzerinden geçiyorlardı hızla. çiğneye çiğneye! yaşam tüm hızıyla kızı orada eziyordu. kalksa akışa bıraksa kendisini gidecekti bir yerlere ama o kendisini sadece akışa bırakmış taklidi yapıyordu, orada yerde varlığını sürdürmeye devam ediyordu. Bu yüzden işte hem en ortasında hemde kıyısındaydı yaşamın

bir ara birileri aşifte demişti. kimdi hatırlamıyordu. adı bir ara aşifte olmuştu.( insanlar ne kadar çok konuşurlar böyle)

kimseye kızmıyordu işin ilginç yanı. arada haksızlık bu diyordu ama yine yapılan tüm espirilere gülüyordu. çocuktu. tanrının büyümeyen çocuğuydu ve kadındı. bütün baktırdığı fallardaki o kalbe inanıyordu, kaderin onu denediği zayıf noktasının bir gün ödül olarak ona geri döneceğini söylüyordu.

kadındı...

küçükken annesinin topuklu ayakkabısıyla halının serilmediği antredeki o yerde takıdı takıdı yürümeye çalışırdı, hamile kadınlara sempati ile bakardı, bir dönem evlilik mi ıyyy desede evli çiftlere içten içe gıpta ile bakardı. o erkeklerin bildiği kadınlardandı. hediye değilde güzel bir söze tav olabilirdi. biraz düşünceli adam hayal ederdi. arada onu şımartsın, sevsin herşeyini sevsin ve aldatmasın blablabla...

aşifteeee!!!

inanıyordu. sanırım suçu buydu bir adam gelecekti ve herşeyi çözecekti. bir önceki adamın dağıttığı hayatını başka bir adam gelip düzeltecekti

( kaçıncı adımdan sonra 10 dan geriye saymaya başlar ilişkiler? ALDIM VERDİM BEN SENİ YENDİM)

bir adam gördü, espirisine güldü, adam güzel bir cümle kurdu kadına, kadın gözlerini devirip gülümsedi.

yolda yürürken güzel bir müzik dinledi.

gülümsemesini gören birisi ''aşifte bulmuş yine birisini'' dedi. başka birisi ''yanlızlığı beceremiyor'' dedi.

kadın duymadı bunları ''olacak'' dedi gülümsedi. güneş her zaman ki güneşti halbuki ama o ''farklı parlıyor bugün'' dedi.

onu yolundan kim döndürebilirdi ki?

kendi kendisine hayaller kurup hayalkırıklığı yaşasada arada bir mutlu olmasını görüp kıskanan ve ona sürekli bok atan gri insanlar mı?

sanmıyorum.

15 Ekim 2010 Cuma

anı :)

sevgili mandalina...
saat 07.10. selinle birlikte sabaha kadar bol dedikodu yaptık, , fallara baktık, aylinle cluedo oynadık ve veeeeeeee pek çok eğlenceli dakikalar geçirdik. sonunda vardığımız kanı ise   SAFIZ!
bunu yazdıktıktan sonra selin'in tepkisi:''( gülücük) kesinlikle'' oldu :)
sanırım şimdiye kadar büyürken hayatımda olmasını istediğim bir güzellikti fakat daha yolun çok başındayız ve birlikte ilerleyeceğimiz yollar var.
saflık bulaşıcı değildir, doğuştan gelir ve bunun bir çaresi yoktur. dostane yaklaşımların hepsine büyük inançlarla sarılıp ardından gelen bir dolu trajikomik olaylar her zaman bizi üzmüştür veeeeeeeeeeeeeeee üzecektirde. ha akıllanacak mıyız? kararlar alıp, planlar yapıp her seferinde saflıkla inanacağız. kabullanmişlik güzel şey değil mi :)
he demem o ki! saf olunmaz doğulur bu yüzden çevremizdeki safların kıymetini bilip, birbirimizi koruyalım. çünkü biz tanrının büyümeyecek çocuklarıyız ve birbirimize emanetiz :)
fazla sabah oldu aydınlandık. kafa uçtu uçtu uçtu!
selin beni çok seviyormuş ve hep sevecekmiş kalacakmış bir özenti gibi ''mii tuu'' demek yerine ''bende'' diyorum. yazmaya devam edeceğim.
kış geldi.
bursa'da son bin yıldır yağmayan yağmur yağacakmış. ama her kış böyle değil midir? son bin yıldır görülmeyecek soğuklar hep o kış yaşanır. son ömürde yaşanmayacak acılar hep o anda yaşanmıştırda. fazla önemsiyoruz yoksa yurdum bilindik olayları işte...
sevgiler...

tanım

yağmurlu bir günde, sıkışmış trafikte, kocaman arabaların arasında kalmış turuncu küçük bir tosbayım ben

13 Ekim 2010 Çarşamba

tamamen şemsiye...

Sokak kenarlarında saydam şemsiyeyi indirip öperdi beni. Beni ve kendisini insanlardan böyle saklardı; saydam bir şemsiye ile!


Elleri avuç içimi ısıtırdı.dişleri, gülümsediği anda etrafı bambaşka ışıkla doldururdu. Tüm sokağı dolduran kahkahalar atarken ben, döner ve şımarıkça ve kendinden emin bir tavırla(beğenilen erkeklerin kendine has tavrı) güzel dişleriyle gülümserdi bana. Sonra bir duvar kenarına ani bir hareketle çeker ve öpmeye başlardı beni. Yanımızdan insanlar geçerken bize bakarlardı. Göz ucuyla onları süzdükten sonra(beni öpmeyi de bırakmazdı) şeffaf şemsiyesini indirirdi. Sonra el ele tutuşup yürümeye devam ederdik. Ben bolca gülerdim. Yağmur başlardı. ‘şu şemsiye karşıma çıkana kadar yağmurda şemsiye ile gezmeyi sevmezdim. Aslında ben pek şemsiyeleri sevmedim. Fazla kırılgan bir tavır olarak gelirdi bana hayata karşı. Çünkü ben fazla kırılgan birisiyim, o kadar kırılganım ki bunun anlaşılmaması için şemsiye konusunda bile kompleks yapabiliyorum. Bu şemsiye sokak kenarından alınma, öylesine bir şemsiye değil. Şu gördüğün şeffaf şemsiye var ya… Küçükken çatıdan atladığımda yere yavaşça inmemi sağlayacak o sihirli şemsiyelerden işte. Bunu açtığımda yağmurlu bir havada gökyüzüne rahatça bakabiliyorum. Dudaklarını tatmanın en güzel yerindeyken o pis insan bakışlarına bunu açarak hareket çekebiliyorum. Üstelik yine bizi izlemeye mecbur bırakıyorum. Hem kendini korurken, hem hayatı kaçırmamak olası iş değil! Ama bununla olası işte.şu gördüğün şemsiye sokak kenarında satılan öylesine bir şemsiye değil sevgilim. Bu şemsiye beni çatıya çıkıp atlamamı sağlayacak kadar hayal kurduran, insanların pis bakışlarını fark ettirecek kadar gerçekçi yapan, kendimi korumaya alacak kadar büyüten fakat her şeye rağmen onların arasındaki varlığımı soyutlamayan bir şemsiye bu. Küçükken yağmurlu günlerde şemsiye ile gezen insanların tanrı tarafından görülmediğini bu yüzden bu kadar şikayetçi göründüklerini düşünürdüm. Zaman geçtikçe bunun böyle olmadığını anladım. Anladım fakat o yaştaki bana anlatamadım. Ve 5 yaşındaki o beni ancak bu şemsiye ile ikna edebildim. İnsanın büyürken çocukluğunu kızdırmaması gerekiyor. Yoksa sana tüm hayallerin ihanet ediyor. ‘

Yağmur hızlandı, burnu kızarmaya başladı iyice üşümüştü. Öksürdüm, öksürdü. Bana sarıldı. Çok üşümüştük yağmur üzerimize üzerimize yağdı. şemsiyeyi açtı, insanlar koşarak yanımızdan geçiyordu, yerler çamur içinde olmuştu. Tekrar öksürdü ve tekrar. İnsanlar bize çarpıyorlardı. Yağmur iyice hızlanıyordu, yerlerden sular akıyordu. Korkmuş, yorgun, yılgın insanlar üzerimize üzerimize doğru koşuyordu. Kafamı göğsüne bastırdı. ‘’Şeffaf şemsiyeden yukarı baktığında gökyüzündeki o kürek çeken adamı tekrar görmeye çalış olur mu’’ dedi. Kafamı kaldırdım, kafamı kaldırdığımda şemsiyeye binmiş gökyüzüne doğru kürek çekiyorduk. İnsanlar koşuyorlardı, şeffaf şemsiye bize herkesi gösteriyordu. Oradaki varlıklarını görebilecek kadar yakın, dokunamayacak kadar uzak kılıyordu bizi. ‘Gördün mü bak' dedi. Hızla yukarı çıkmaya başladık.

Uyadığımda miğdemde korkunç bir ağrı vardı. Yanımdaki kovaya kustum. Yarısını doldurmuştum. Yüzümü yıkadım. Şarabı fazla kaçırmıştım, üzerime bir battaniye aldım ve cam kenarına gittim. Dışarıda yağmur gürül gürül yağıyordu. Evet artık yağmurlar hüngür hüngür değil gürül gürül yağıyordu. Bir adam yağmurun altında koşarak arabasına doğru gidiyordu.şemsiyesi kırıldı, suya bastı, duymadım ama ifadesinden anladım ağız dolusu küfür etti yağmura.

Severek, kaçmadan, ait olmadan ama tüm benliğinle var olarak yaşamak…

Sahi var mıdır şeffaf bir şemsiyenin varlığına inanan birisi şu yağmurda?

Rüya dediğin; ellerinin içine dolan, saçlarını ıslatan, seni donduran ama yine de olmazsa olmazın olan gerçeklere karşı şemsiyedir.

Tamamen şemsiye…

12 Ekim 2010 Salı

sevgili mandalina...
nasılsın? ölüyorum hastalıktan. yok lan aslında ölmüyorum ama abartıyda işin içine koyabiliriz. mandalinanın antidepresan etkisi varmış. evet. böyle turuncu ve dilim dilim olduğun için. kışın sobaların üzerine kabuğun konduğu için ya da bazılarınn çocukluk anılarında(şimdi soba mı kaldı desene) böyle bir kaç anı bıraktığın için ya da ya da hastayken annen bir tabak dolusu mandalinayla yanına geldiği için. belki de hiç bir neden olmaksızın isviçreli bir bilim adamının araştırmasına maruz kaldığın için olabilir. ama çok güzelsin ve hasta yatakta ve bir kış gününde arzulanasısın.
haftasonu istanbuldaydım. iyice inanmaya başladım biz kadınların birer ilizyonist olduğunun. peki ya etrafta çocuk yokken ilizyon yapıp buna inanmanın ne gibi bir eğlencesi vardır ki? çevremde beni fazlasıyla kategorilere sokup, yargılayan insanlar var. dost, sevgili, insanlar ve gereksizler. hepsine ardından kıçımdan kocaman bir kahkaha atıyorum. ayıp bu! bilmem ne! gibi kızgınlıklarım geçti. eğer yaşıyorsan kendi değer yargılarına göre insan ilişkilerini şekillendirebilirsin fakat bu karşındaki insandan devamlı birşey beklemek değildir. insanlar ''beni sahiplen'' deyip, beni ''rahat bırak'' mesajı veriyorlar. yanımda iki kız bir çocuk hakkında konuşuyorlar. kız çocuğu çok  üzdüğünü söylüyor. kimsenin kimseyi o kadar üzmeyeceğini düşünüyorum.ilerlemezler o kadar.
tanrı ''yeryüzünde sahiplendiğin sürece hata yaparsın'' dedi.
hastayım ve şimdi bir tabak dolusu mandalina, battaniye ve tv karşına kurulma lüksü yaşayabilseydim.
fakat güzel bir kitaba başladım, güzel bir yolculuk yaptım ve blues festivalini dört gözle bekliyorum.



not:mandalinanınantidepresanetkisiyalan.
öptüm