Translate

27 Aralık 2011 Salı

Aramızda






Biz bazen Alfred'le çok konuşuyoruz, çok gülüyoruz, çok susuyoruz. Birlikte çok çok yaşıyoruz. Bu yüzden diğer insanlara az az kalıyoruz. Kızıyorlar bize. Tebessüm edip bu meseleyi kapatıyoruz biz de.
   Sigara içmem normalde. Sigara kokan bir kadın olmayıda asla istemem. Ama gel gör ki ne zaman onun yanına gitsem, havada rüzgarlıysa hele! camel paketini çantama atıyorum. O birşey anlatırken çantamdan paketi çıkartıyorum ve sigarayı dudaklarımın arasına sıkıştırıp ona doğru eğiliyorum. O dünyadan kopmuş cümlelerini sıralarken nefes almadan, cebinden çakmağı çıkatrıyor ve ellerini rüzgara siper edip sigaramı yakıyor.( Bunu yaptığının farkında bile değil. )O an elleri başka güzel, Alfred başka güzel, o sigara başka keyifli... Bir nefes sigaradan çekip, üfledikten sonra gülümsüyorum ona. Cümlesinin ortasında neye tebessüm ettiğimi bilmeden o da gülümsüyor bana. Durup uzun uzun gülümseyerek bakışıyoruz. Ona güzel gülümsüyormuşum öyle diyor. Belki de bu yüzden...
    Alfred ile aramızdaki bağa "folie a deux" deniyormuş. Aynı cümlede bile birlikte yer almamalıymışız. Bense bu ilişkiye kısaca "Alfred" diyorum. Böylesi daha iyi ve anlamlı. Ayrıca Alfred olmasa yani hiç olmasa nasıl denir? Yok yok! Peki ya ben olmasam o? Elini nereye koyacağını bilemez diğerlerinin yanında. Ahmaklar bunun farkında değil.
Bir saniye Alfred tuvalete gitmişti iki saat önce, bu kadar uzun sürmemeli değil mi? Of! Onu bulmalıyım. Hoşçakal.

25 Aralık 2011 Pazar

Bir gece evvel ''artık ayrılmalıyız'' diye başını yastığa koydu. Yıpranıyordu, yıpratıyordu. Ama lanet olsun başka bir adama dokunduğunu düşünemiyordu.Onsuz hayal kuramıyordu.
O sahilde, o dolunayın altında, o mavi bakışların ışığında ''daima''ya inanmıştı. Ama olmuyordu işte daima yıpratıyordu onları.
Sabah oldu tekrar tartışmaya başladılar. ''gelmiyorum yanına bu yılbaşında'' dedi adama. Adam ''geleceksin!'' dedi.  Sustular bir süre.sonra  ''belkide sonsuz diye bir şey yoktur ha ne dersin?'' dedi kıza adam. Zaman dondu bir anda. Akmadı, akmayacaktı artık. ''Daima'' kırıldı o anda.  Bir şey diyemedi bir süre sonra ''belki de'' dedi.
 Sonra ağlamalar ve ayrılık vakti geldi. '' bırakma beni, gönderme dünyaya'' diye yalvardı son kez kız. Dolunaydan Dünyaya düştü hemen ardından.
Yeni bir yılın eşiğindeler. Babasını arıyor kız. Ağlayarak ''lütfen oraya geleyim bilet al bana nolursun'' diyor. Onları özlediği için ağladığını düşüyor babası.Küçük kızının öldüğünü anlayamıyor
Sonrasını pek hatırlamıyor kız o günlere ait.
Sadece evine giderken terminalde görüyor kendisini. Yanında kocaman bavulu, oturmuş kalmış o masada. Otobüs saatini bekliyor. Otobüs kaza yapsın ve tek ölen ben olayım diye dualar ediyor.  Karşısına noel anne elbiseleri giymiş ucuz kadınlar oturuyor.İzin bile almadan pat diye. Bir adamı anlatıyorlar. İş arkadaşlarıyla fingirdeşmesini. Kadında az aşifte değilmiş hani bak bak!!!!!!!!!
''neredeyim ben!?''  acısını dibine kadar hissediyor.
Evine ulaştığında annesinin bakışını hatırlıyor sonra.
Ağır geliyor çok ağır.
Bir daha o adamı öpememek, yanında uyuyamamak, onunla gülememek, kış günlerinde onunla ısınamamak, onunla sokaklarda aylaklık yapamamak, geleceğe dair hayaller kuramamak, ona yemek yapamamak, Haziran'ı onsuz yaşamak, onsuz yolculuklara çıkmak...
Çok inanmıştı, çok savaşmıştı hayalleri için. Hatta ilerlediği yollar vardı da.
Her şey o kadar ağır ki.
Aradan yıllar geçiyor, yeni bir yıl geliyor. Kız biraz daha büyüyor. Yeni insanları deneyimliyor. Yeni göz renklerine karışıyor gözleri. Ve kızın bavulu tekrar toplanıyor. Şimdi kızın içinde tuhaf bir korku. Olaylar, acılar      canlanıyor beyninde. Halbuki... olmaması lazım anlıyor musun? Çok yol gitti. Oluyor ama. Çaresi yok. Başını eğiyor önüne. Kimseye söylemeden unutamadığını o adamı ve asla unutamayacağını paşa paşa acısını yaşıyor.

Aklında bir yaz akşamı, vakitlerden güneşin batış vakti, iklimlerden Akdeniz, dizinde sevgilisi, ellerinin arasında kumral saçları, birbirlerine bakıyorlar uzun uzun. Uzun yollar tepip, hayata dair ne  varsa savaşıp, kavuşmuşlar sonunda. Birden nereden geldiklerini anlamadıkları bir müzik doluyor sahile, adam elini uzatıp yanağını okşuyor kadının. Gülümsüyolar birbirlerine. Ve müzeyyen senar 'ın şarkılar seni söyleri tüm sahile doluyor.
Daima vardır bayım! bunu böyle biliniz. Bu ilişki de yılbaşı öncesi soğuk bir kış gününde değil, sahilde eliniz yanağımdayken sonlandı.
Huysuz ve tatlı kadınınızdan  sevgiler, saygılar... 

-hold me
-i can't

24 Aralık 2011 Cumartesi

Bok herif

Sana Geldim

''çok yorgun ve huzursuzum'' dedi sarılıp ona. Sonra kollarının sıcaklığında eriyip ağlamaya başladı. Saçlarına yavaşça  huzur dokundu, dolaşmaya başladı.
 Martıların kanat sesi duyuldu dalgalı saç denizinden. Birileri heyecanla simit attı martılara,bir şair iki dizelik şiir yazdı, bir adam sevgilisine aşkını itiraf etti, birisi martılarla notaları birleştirdi kendince dünyayı sevdi.
Elleri saçlarının arasında dolaştıkça huzur somutlaşıyordu bedeninde. Gözleri bir bebeğin uykudan uyanışı kadar ıslak ve saf bakıyordu artık. Göz göze geldiler sonra. Gülümsediler. Böyle zamanlarda konuşmak yasaktı. Bu gizli anlaşmaya sessizce uydular. Cennetinin güçlü gövdesine yaslandı tekrar, gözlerini kapattı. Huzura gözyaşıyla ıslanmış parmaklarıyla dokundu. Bütün gece iç geçire geçire uyudu.



Bülent Ortaçgil- sana geldim

22 Aralık 2011 Perşembe

Atak

Elleri titredi. Onu dinlerken elleri titredi. karşısında o bunlardan habersiz eski bir aşkını anlatıyordu. Bir sabaha nasıl çaresiz uyandığını, kaçışlarını...Dünyayı tekinsiz buldu. Bir kanepede uyuyakalsa, biri üstünü örtse. Geçmezdi. Dünya tekinsizdi o esnada ve hiç bir şey bu gerçeği yok edemezdi. Yok olmak istedi. Yanlarından geçen birileri masaya selam verdi. Yok olamazdı da. Derin ve sağlıksız bir nefes aldı.
...
Yatağına gittiğinde not defterini açtı ''cümleler kelimelere, kelimeler hecelere, heceler harflere dönüşüp karışıyor bazen. Toparlayamıyorum. '' yazdı.

Yastığa başını koydu, uyku ölüm halini içine çekti.

Atak

Elleri titredi. Onu dinlerken elleri titredi. karşısında o bunlardan habersiz eski bir aşkını anlatıyordu. Bir sabaha nasıl çaresiz uyandığını, kaçışlarını...Dünyayı tekinsiz buldu. Bir kanepede uyuyakalsa, biri üstünü örtse. Geçmezdi. Dünya tekinsizdi o esnada ve hiç bir şey bu gerçeği yok edemezdi. Yok olmak istedi. Yanlarından geçen birileri masaya selam verdi. Yok olamazdı da. Derin ve sağlıksız bir nefes aldı.
...
Yatağına gittiğinde not defterini açtı ''cümleler kelimelere, kelimeler hecelere, heceler harflere dönüşüp karışıyor bazen. Toparlayamıyorum. '' yazdı.

Yastığa başını koydu, uyku ölüm halini içine çekti.

3 Aralık 2011 Cumartesi

İktisat Yolunda iİerlerken

İnsan onuru önemli şeydir azizim. Bunlardan konuşalım bence bu haftasonu uzun uzun. Aynı maaşı almak değildir eşitlik. Aynı sosyal haklara sahip olmaktır. Sana sadece ''insan'' olduğun için saygı duyulmasıdır. Yoksa kimsenin gözü yok hesap bakiyesinin bol sıfırlı olmasına.
Gayri Safi Milli Hasılanın artması değildir refaha kavuşmak. İnsanca yaşamak. Paradan geçmeyen en azından tek yolu para olmayan bir yolda derin bir nefes almak, ağaçlara dokunmak, çiçekleri koklamak, yol arkadaşında tatlı tatlı sohbet etmek ve ilerlemektir.
İnsan onuru diyorum sana. Üssün altına böcek gibi hissettirdiği Dünya'da. Nasıl desem insanı en çok ne mutsuz diyor dersin? Düşün bence. Makina değiliz. Cebimizdeki para nefes almamızı sağlayan tek şey değil. Araç sadece
-Gel kaçalım.
Şunu da dinle.

2 Aralık 2011 Cuma


Fotoğrafta çalan şarkıyı duyuyor musunuz?
İşte bu.
Dakik fakat simetrik olmayan saat.
Şehrin çatılarının izleneceği bir pencere.
İçinde her hissi barındıran koltuk.
Yorgunluk.
Kırmızı elbise.
Siyah uzun çizme.
Gramafon.
Çiçekler.
.
Yorgun kadın
Hayallere dalmak(evet tam olarak bu)

.
...
Huzur arayan, korkmaktan yorgun düşen ve içinde kaçma isteğini barındıran bir dalmışlık var bu koltukta hissediyor musunuz siz de?

27 Kasım 2011 Pazar

Komşu candır! (13 like, 4 paylaşım, 4 yorum)

Uzun upuzun süredir Görükle'de hissetmediğim bir şeyi hissettim bu gece ''komşuluğun huzurunu''.
Çok yorgundum. Bırak yeni insanlarla tanışmayı, şuradan şuraya kıpırdayacak halim yoktu denebilir. Sonra kıramayacağım bir dostum aradı beni. Yan komşularına gidilecekmiş. Ev arkadaşları gelemeyeceklermiş , gelebilir miymişim? Nereye giderim ki bu halde? Sonra ısrar ısrar olunca. ''bak yarım saat oturur, kalkarız'' cümleleriyle yola koyulduk. Ama gel gör ki Bursa'ya geldim geleli hiç tatmadığım güzel bir huzura gebeymiş bu gece. 4 saat oturduk!
 Çayların gelişi, ev sahiplerinin bizi eşofman yerine özenilmiş kıyafetlerle karşılaması, ikramları, çay ardından gelen kahveler, onların güzel sohbeti... Nefes almadan değil  noktalı, virgüllü, sakin sakin hayata dair düşünceleri paylaşmak. Ortak noktalarda mutlu olmak, ayrılan noktalarda saygı duymak.

Ağzımda, ağzımızda çok güzel tatlar kaldı. Bunlar güzel ikramların ve en çokta güzel sohbetin tadıydı. Nasıl denir? (arkadaşımın yerine de konuşmak istemem ama)

''Bize de bekleriz efendim''

23 Kasım 2011 Çarşamba

Mavi Kuş'a

Mavi kuş,
Sen bana Jüpiter'i öğrettiğinden beri, ne zaman karanlıktan korksam, ruhumu bir salıncaya bindirip ona ulaşıyorum.
Uçmadan bir saniye öncede senin Jüpiter'i gösterdiğin parmağını ve yanımdaki karartını görüyorum.
Çok yaşa e mi?
:)

Not: sınavlarının olmadığı bir vakitte seni de beklerim.

Esen kal.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Salıncaklar Geceleri Gökyüzüne Ulaşır

Dosttan cümleler:
''-O gece o da senin oturduğun gibi oturmuştu salıncağa, ben de bu tarafa oturmuştum. Bak şurası da benim odam.
- Şeftalileri çok severim. Bazıları sevmez ama ben çok severim.
- Onun rengi bebek mavisi, simgesi de gamze :)
- Babamın bizi çok sevdiğini biliriz ama
-Ud çalmak istiyorum.
-Çok özel birisi olduğunu hissediyorum onun''


Efendim diyorum ki parklar gündüzleri çocuklara, geceleri ise çocuk kalmış ruhlara aittir.  Siz ne dersiniz?

AAA BU GECE YILDIZ KAYDI BİR DEE :)

19 Kasım 2011 Cumartesi

Hope

Bir zamanlar kardeşine hamile annesini  koruduğu için belki de çatılar bu kadar anlamlı geliyordu ona. O henüz doğmamıştı halbuki çatılar kadınlık lügatına ''sığınak'' olarak geçtiğinde. Ama anlatılmadan öğretildi bu hikaye, sırf kadın olarak doğdu diye. Annesinin en son isteyeceği şeyi yapmıştı ''onu anlamış''tı.

18 Kasım 2011 Cuma

Kendime Not

zülfü livaneli - sus söyleme
Uzaklara bakmalı, bir sigara yakmalısın. Rüzgar saçlarını uçurmalı. Şarkının gözlerinde yarattığı etkiye rağmen dik durmalısın. Dimdik! ve şarkının sonunda dudaklarında acı bir tebessüm oluşmalı.  Her şeye rağmen bastığın yeri hissetmeli ve kendine sahip çıkmalısın, gözlerindeki o  ''uzak arayışına'' rağmen yakınını sevmelisin. Bir gün herkes gidebilir, bir gün herkes bütün bu olan biteni, seni mutlu eden her şeyi yalanlayabilir. İç sesin inan diyorsa durmamalısın. Sahip çık, sahip çık! ve  çocuk kadın kalmaya devam et. Sana ''BÜYÜ ARTIK'' diye bağıran insanlara inat.


''O yollarda'' böyle durmalısın.
''O yollarda'' bu şarkıyı böyle dinlemelisin.


Ve unutma ''mutlu aşk yoktur''


Not'a devam: söndür o sigarayı sen sigara kullanmıyorsun şapşal :)

Ne diyordu Turgut Uyar?

Doktora tahlil sonuçlarımı öğrenmeye giderken her köşe başında rastladığım afişler  kağıda aktarılmayacak mektuplar yazdırıyor bana. Bir ölünün bedenini sürekli görmek...Kimseye onun öldüğünü anlatamıyorum. Oysa ki yol çizgilerine gömdüm ben onu. İçim eziliyor. Ezilirken çıkan o iğrenç sesi duyuyorum.Vıckkh!!!
Tıbbın önündeki o afişe bakıyorum, dokunuyorum. Dokunduğum anda bütün hücrelerime hücum eden o ''huzur''un yerini soğuk bir cam parçasının elime bıraktığı tozu alıyor.
Hastaneden içeri giriyorum. Hasta çocuklar, hasta kadınlar, mutsuz refakatçiler, sargılı adamlar, yorgun doktorlar ...Teker teker aralarından geçiyorum hatta düşüncelerimle akıyorum. Dahiliyeye yine geç kalmış bulunuyorum. ''Şu yol boyu karşıma çıkan afişler biraz fazla ilgimi çekiyor da şu sıralar doktor hanım, nasıl demeli? kabuk bağlamış bir yerim kaşınıyor sanki tatlı tatlı bundan geç kaldım'' diyemiyorum. Yine olanca suratsızlığıyla sonuçlarımı anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor bir çoğunu dinlermiş gibi yapıyorum. Aklıma Turgut Uyar'ın bir dizesi geliyor:
"ilaç milaç bok püsür
şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam..."
Gülümseyip çıkıyorum odasından.
O gün Pia'nın ölü bedeni arıyor beni(çok yoğun düşündüğümde oluyor bu, ilginç hala bir iletişim ağımız kopmamış(?)) yaşadığım şehre geldiğini ve bir kaç yeri gezmek istediğini, ona eşlik edip edemeyeceğimi soruyor. Sınavlardan dolayı vaktim yok diyorum kibarca. Sahiden vaktim yok fakat. Halbuki bir zamanlar günün 24 saatini 32 saate çıkarabilen bir mucize yarattırılıyordum tarafından.  Öyle ki tanrının yeryüzündeki temsilcisiydim ben, o hayatımdayken. Vaktim yok yani ama artık. Gayet insanım ben. Zayıflıklarımda içimde.
Sonra yine bir afiş çıkıyor karşıma bakıyorum:''çok şükür bunu tadamayanlarda var'' diyorum. Camda fotoğrafının üzerindeki yansımamı görüyorum. Gülümsüyorum kendime. Güzel miyim ne? :)
Bir de şöyle diyordu sanki Turgut Uyar-ki en sevdiğim şiirindendir -

''Seni sonsuz biçimde buldum, o biçimi almıştın
Kötü şehirle, terle baş başa kalmıştın''Bu dizeleri kendime armağan ediyorum.

 Not: Pia'nın ruhunu ve sıcaklığını  bu şarkıda  hissediyorum. Ruhun şaad olsun.

14 Kasım 2011 Pazartesi

''Sabah saatlerinde uyanıp yazmaya başladığımda tanrı benim üzerimden konuşuyormuş gibi hissediyorum'' diyor sylvia
 bu şarkıyı seviyorum ben ama.

7 Kasım 2011 Pazartesi

Muz Sesleri

Ece Temelkuran'ın ''Muz Sesleri'' kitabını okudun mu?
2010'un ocak-şubat ayında ne yaptın desen? hatırlamam. öyle silik ki görüntüler.
Ama bir kitap var ki. Başımı dizlerine yasladığım. Saçlarmı okşata okşata uyuttuğum. (kadınların birbirlerini saçlarından iyileştirdiğini oradan öğrenecektim)Sakince göz yaşı döktüğüm, kendimi gördüğüm, yeni hikayeye başlamak için güç bulduğum...
''hiç olmayı dene, asıl hikaye orada başlıyor'' diyordu hiçlik noktasındayken ben.

''ne yaşarsan yaşa geriye sadece bir hikaye olarak kalıyorsun, hiç olmamış gibi yalanmış gibi gelen''  pencereden dışarıya bakıyordum uzun uzun.
“sanırım sana mektup yazmak ruhuma gövdemden başka bir ev kurmaya yarıyor. temiz ve yarasız bir ev. çünkü artık hiçbir şeyin parçası olmak istemiyorum.''çirkin yazım sayfaları dolduruyordu. Mektuplar gönderilmesede yazılıyordu. Yazılmasını yasal kılıyordu kitap.
Bazen kalabalık bir grupla birlikte yolda yürürken arkada kalırım. Eğer kimse nerede olduğumu sormazsa kendimi fasülyeden sayarım. Nedenini  bilmediğim bu hareketimi, karşısına otutturup bana anlatıyordu kitap.
Terk edilmiştim. Geçecek diyordum. Bir sabah her şey bitmiş olarak uyanacağım. diyordum.
"kadında zaman geçmez. sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme." diyordu, başımı önüme eğip çaresizce kabulleniyordum.Gönderilmemiş mektuplarla dolu masam tozlanıyordu. Sonra rüzgar odama giriyordu penceremden. ''Hakikat tozda, rüzgar gelsin, uçursun ve sen onun peşine düş''  diyordu. Bavulumu ikinci evim yaptım.
Ben hep geç kalırım. Durağa ulaştığımda otobüsüm çoktan gitmiş olur. Diğer otobüs içinse daha çok erkendir. Sonra muzlara bakarım. Seslerini duymaya çalışırım. Bazen sesleri gelmesede seslerini duyarım.
Kitabın bittiği yerde muz sesleri başladı anlatmaya Beyrut'u, iç savaşı, ortadoğulu olmayı, kadınlığı,ölmeyi,hiçliği,başlamyı,yabancılığı,anneliği ve daha pek çok şeyi...
Bir  de akşam güneşinde odamın penceresinden muz bahçesini görseniz keşke...
Ve seslerini birlikte dinlesek sizinle durakta geç kalmış beklerken ve beklerken.
“onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. muz seslerini dinleyecekti. nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe…”



Uzaklardaki sevdiklerimin bayramını teker teker arayıp veyahut mesaj çekip kutladığımda yaşadıkları sevinci görmek bambaşka bir zevk.
Ve artık ''bayram nedir?'' e cevap verirken kendi lügatımda mutlaka değinmeden geçmeyeceğim bir mevzudur.
Biz ne ara bu kadar yozlaştık anlayamıyorum. Bir aralar mesajla bayram kutlamalarını eleştirirken, durumu normalleştirip bir de üzerine topluca mesaj çekilir oldu.
''İyi bayramlar. BLA BLALALA''
Otur, dinlen ve bence ''bayram nedir?''in içindeki anlamını bul, ona uygun yaşa.
Hiç bir şeye zorunlu değilsin  inan bana.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Kız kardeş

O resim yapar, ben ona mızıka çalarım.
Sonra oturur kahve içeriz.
Pencere kenarında insanları izler neşemizi buluruz.
Bir müzik açıp,
Odaya, masamıza, kalbimize notaları alırız.
Hassasiyet var serde.
Aynı notada gözlerimizi doldurup,
Birbirimizin gözlerindeki deniz kıyılarında gün batımını izleriz.

Siz bilmiyorsunuz!

Ben onun; annemin karnında unutulup, 4 yıl sonra ortaya çıkan parçasıyım.
(Bir de annesi )

4 Kasım 2011 Cuma

Zamanı mandalina dilimlerine böldüm

Alışveriş merkezlerine gidip alışveriş yapmayı beceremiyorum. Bu becerisizlikliğimide ''Imm ben AVM'leri pek sevmem'' tribi ile ört bas etmeye çalışıyorum :)
 Becerisizlikliğiminde sebebi şudur: Önceden mutlaka almak istediğim eteğin, pantalonun, kazağın, hırkanın... vb. şeylerin hayalini kurarım, kendimce kombine ederim bir takım kıyafetlerimle ve alışverişe o hayalle çıkar araştırmaya başlarım.Ancak alışveriş merkezlerinde o aradıklarımı bulamıyorum. Fazla modaya boğulmuş. Fiyatları abartılmış. Tek tip kadın ve erkek yaratmaya yönelik uğraşlar arasında kibarlıktan ölecek mağaza görevlileriyle birbirimize şaşkın şaşkın bakarız. Ben kararsız, onlar yorgun derken kasvet bastıkça basar. Bir de 2-3 katlı binaların içinde her şeyin olması fikri beni sıkıyor açıkçası. Sokakta gezerken, vitrindeki o kıyafete bakıp aşık olmak. Ya da salaş bir butikten elin kolun dolu çıkmak gibisi var mı? Bence yok. Ben AVM'lerde sıkıntıdan aradığım gözümün önündeyse bile göremem, görsem karar veremem. Yani dedim ya beceremem.
Neyse o değilde bir şey anlatmak istiyorum.
Ben 1. sınıftayken Sinema Topluluğundaydım. Her salı film gösterilerimiz olurdu.(hala da olur.) Biz filmin başında insanlara form dağıtıp sonrada üye olmak isteyenlerden formları toplardık. O gün film bitişinde formları ben toplayacaktım. Aldım aldım... derken bir çocuk turuncu kalemiyle formu dolduruyor, solak ve kolunda da turuncu bir saat var. Elimi kaldırdım ve kaldım. Bana baktı. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Gülümsedim ona. ''Saatiniz çok güzelmiş.'' dedim.''Turuncu rengini çok severimde'' dedi. Hemen atladım. ''BENDEEEE'' diye. Üzerimde o çok sevdiğim turuncu kazağım vardı. Baktı bana, gülümsedik birbirimize. ''Bu kalem o zaman sizin olsun, benden size bir hatıra kalsın.'' dedi. Teşekkür edip aldım.
Bugün  annem ve jansetle bir AVM'de gezerken, tam sıkılmaya başlamışken, turuncu saati gördüm. Daha önceleri vitrinde gördüğümde bakar, gülümser geçerdim. Saati almak gibi bir fikrim hiç olmadı. Ama bugün oldu.
Ve zamanı mandalina dilimlerine böldüm.
Not:Saatin tik tak sesini dinleyip mutlu oluyorum, heyecanlanıyorum falan şaşkın şaşkın.

Bu şarkıda benden saatime gelsin.(Tıkla)

Balzamin

3 Kasım 2011 Perşembe

'' Dünyanın ekseni kaydı Behzat. 12 cm yerinden oynadı, sen bana 1 cm bile yaklaşmadın.''

:)



Güneşli, sıcacık, muz bahçeli, Akdeniz kokulu, portakal ağaçlı bir günaydın.
Şunu da şuraya bırakıp kaçayım:  here comes the sun

29 Ekim 2011 Cumartesi

Ağaçların üşüdüğünü hisseden insanlar tanımak istiyorum şu kış günlerinde.
Ağaçların akşam güneşi eşliğinde ne kadar güzelleştiğine şaşıralım birlikte.
Altında güzel sohbetler edelim, rüzgarın yapraklarıyla birleşimi esnasında
 çıkardığı müzikle.
Ağaçlarla dolu bir şehirde, onlarla yaşamak ve onları paylaşmak çok ayrı bir mesele.
Öyle değil mi sencede?
- Bu çocuk gerçektede albino mu acaba?
- Hayır değil.
Her dilde ''seni seviyorum'' değilde ''tanıştığıma memnun oldum'' demeyi öğrenmek istiyorum.

Sevgili ışık...


Yazsam, kar yağsa, ''belki de pia ölmemiştir'' desem, mart gelse, sen gelsen, kelimeler aksa, tüm sokaklara kadın hikayeleri dolsa, dokunmayı bilse insanlar, sahneye çıksak birlikte, yine okusak.
Beyaz gecelere uyusak, beyaz sabahlara uyansak.
Çaydanlık fokurdasa.
Güzel olur dünya.
Çok güzel olur.

27 Ekim 2011 Perşembe

Green Grass(Blogspotumun fon müziği olsa keşke)



başını, eskiden kalbimin olduğu yere yasla
toprak üzerimde kalsın
uzan yeşil çimenlere
beni sevdiğin zamanları hatırla

yaklaş iyice, çekinme
yağmurlu gökyüzünün altında dur,
ay yükseliyor ufuktan
trenler geçerken beni düşün,
üzerimde biten çalı çırpıyı temizle,
geçip gitmedi mi tren çala çala düdüğünü.
boşluğa karıştım ben
uçuyorum artık havada,
gölgemde dur,
artık herşey benden oluşuyor
.
hava raporunda bugün diyecek ki
yağmur kokusu var havada.
tanrı yıldızları aldı, 
birleştirdi onları,
artık kuşlar ayırt edilmiyor tomurcuklardan.
benden kurtulamayacaksın hiçbir zaman,
tanrı beni ağaca dönüştürecek.
bana elveda deme
yalnızca gökyüzünü anlat bana
ve eğer gökyüzü düşerse sözlerimin üzerine
şakacı kuşlar yakalarız seninle

başını, eskiden kalbimin olduğu yere yasla
toprak üzerimde kalsın
uzan yeşil çimenlere
beni sevdiğin zamanları hatırla


(güzeldir)

25 Ekim 2011 Salı

Bak sen şu işe :)




Yolculuğu sevmeyen insanlar tanıdım. Çok şaşırdım. Ben herkesin yolculuğu sevdiğini düşünürdüm. En az benim kadar şaşırırsın sen de.
Bak bu şu sana dizi seti olarak tabir ettiğim ''Görükle'' de bir mekanın duvarında asılı bisiklet. Beni onu sürerken bir hayal etsene. Onu sürerken ne kadar mutlu olacağımı hissetsene.
Mekanın bir duvarında bu asılı, karşısında da dünya haritası. Bu odada içsek? :) Sonra sabah güneşinde yine sahilde bisiklet sürsek. Sen beni geçsen, ben nefes nefese seni geçmeye çalışsam. Sonra durulsak şarkı söyleye söyleye yeni doğan günü güneşe bakıp selamlasak.
Sen yine bana ''insan inanmasa bile bu saatlerde inanası geliyor'' desen ben sana insanların uyku sıcaklıklarından bahsetsem perdesi kapalı odaları gösterip.
Günü selamlamayı, seninle sohbet etmeyi, taklitlerine gülmeyi, her ağaca yazdığın hikayeleri inanmayı öyle özledim ki şapşal:)
Al bisikletinide dünyayı dolaşalım seninle. Yeni hikayaler yazalım. Farklı iklimlerde ruh hallerimiz nasıl oluyormuş öğrenelim. Sonra bir ağacın altında oturup saatlerce gülelim.
Her şeyden önce buyur gelde şu odada iki kelam edip, bir bardak tokuşturalım. Çıkıştada bisikleti çalalım.
Fikrin tohumunu attım, suyunuda verdim hadi ağaç yapma sırası sen de :)
Gitmeden bunu da şuracığa iliştireyim:http://fizy.com/#s/1txngj

24 Ekim 2011 Pazartesi

Özetle



                                                  ''öyle onurlu ki  fakat, düşerken bile
                                          
                  uçar gibi yapıyor neşeyle''


23 Ekim 2011 Pazar

işte bak buydu bahsettiğim sana :)

Bunu sana çok nadir söylemeye çalışıyorum ama her seferinde çıkıyor işte. ‘’ seni çok özledim’’.
Nasılsın iki gözüm?
Hemen hemen her gün duyduğum sesin nasıl olduğunu anlamamı yetmiyor. Yüzünü görmeliyim. Sana anlatmalıyım. Yine havada o uçuşan kelimelere dokunmalı ve avuç içlerimize saklamalıyız. Ve böylece üşüyen ellerimizi birbirimizin cümleleriyle ısıtmalıyız.
Ben o parka gidiyorum ara sıra. insanları izliyorum, çocuklara gülümsüyorum. Haziran'ı izlerken nasıl olurum ki diyorum. Seninle Haziran'ı parka götürsek nasıl olur diyorum. Sonra oturup sana yazıyorum tüm bunları.
Hadi gel seninle parkı gezelim şimdi. Önce ağaçların arasından geçelim. ‘’Bu ne ağacı ışık? ’’ Bak eğil, hani şu ağaçların arasından sızan gün ışığını görüyor musun? Bak gözlerini şimdi yeşile çeviriyor hani! Bu ağaçların arasından sızan gün ışığı değilde hayatın seni sevişi sanki. Dünya masum bir şekilde yanağını okşuyor gibi. Gibi gibi gibi…
Şu bankta oturan bedenim şimdi çirkin yazımla sana yine bir mektup daha yazıyor. İnsanları anlatıyor sana. Yeni hayatına giren ve daima olsun istediği geçmişten beri var olan çok sevdiği herkesi. Sevmedikleri yok orada. Biliyorsun dedikoduyu sevmiyor.
( Tuhaf kızım aslında tek başına yolda yürürken bile arkamda hep birilerinin hayali beni takip ediyor. Bazen onlar için insan istemiyorum etrafta. Bir müzik ve bir pencere kenarı…)
 Şuradaki salıncak sırası, şuradaki kaydırakta çeşitli şekilde kaymaya çalışan çocuklar, bebeğin yüzüne vuran akşam güneşi, bebeğin huzuru, onu sallayan kadının annelik duygusu, hafif rüzgarda sallanan yapraklar, yokken bile var olabilenleri cenneti ve çatılar...
Yol çizgileri daha renkli olsun.
Kızın

feist- the park

22 Ekim 2011 Cumartesi

Mektup ve ben,
Çirkin yazım ve kağıt,
Sokak ve müzik,
Yolculuk ve sırt çantam,
Düşünelim dilersen biraz daha seni, sonra seslenelim arkandan ''gidince arada yaz bana'' diye.
Dilini bilmediğin yerlerde ağla, kendi yaralarına merhem olmayı öğrenirsin yavaşla. Sonra hiç bir kadını evine film izlemeye çağırma. Direkt bak ve ''seni istiyorum'' de. Belki sonradan daha güzel anılırsın.
Çatılar ve kuşlar,
Kuşlar ve masumiyet,
Battaniye ve sığınmak,
Yabancı.
Sevgiler.

''İnsan en çok yalnızken bir tane daha kendisinden doğuruyordu içinde ''korkma!'' diyesin diye''

18 Ekim 2011 Salı

Hayata toz pembe bakmıyorum. Sadece insanları iyi niyetle ve güzel cümlelerle selamlıyorum.

blues festivalinden



Anı :) Tam bu esnada iskender'in hatun kesmesi?
Arkadaki adama ne demeli.
Dedeğğğ :)


Halbuki o bagetler zannetmiştim ben de.
Kandırıldık agam
Konser esnasında, karanlıkta hiç masa altındaki çantadan bir şey aradın mı? Yapma! fena şey :)


 Sevdiğim insanlarla en güzelinden bir geceydi, en güzelinden müziklerdi.
Fidel'i gördüm. Birden birisi elimi tuttu. Bir baktım. Sarıldık sonra. İki sayı arasındaki sonsuz sayılar bazen üstümüze akıyor. Hala dost sıcaklığımızı korumamız ne hoş şey.
Semat, İskender,Sinan, Hülya, Göker en kocaman gülümsemeli nice güzel gecelere :)

9 Ekim 2011 Pazar

Ve o pencere önleri günleri geri geldi. Yalnızlıkları küçük bir battaniye altına, yağlı saçları şapkanın altına, fazla kiloları da montun altına saklayabiliriz artık. Bir pencere kenarından izleyebiliriz insanları. Tam bizi fark edecekleri sırada perdenin arkasına saklanabiliriz. Yalnız ellerimize eldiven geçiririz onlarıda saklarız. Çirkin ayaklarımızıda  kalın çoraplar hatta hatta patiklerle saklayabiliriz. Botumuzdan gelen seslerle gıcırdatabiliriz zemini.
Güneş'i bulutların arkasına ittiririz. Tanrıdan istenilen raporlar yürürlüğe girer bu esnada. Sisli gecelerde dönerken fransızca şarkılar dinler yalnız dans ederiz boş sokaklarda.

Önüm arkam sağım solum ebe söbe!...

23 Eylül 2011 Cuma

Red Morning








Sabahlara daha farklı uyanmak istedim. Aynalara baktığımda kendimi sevmek bir de. İntiharı seçmedim, cinayet işledim. Kendime düşman olan o ''ben''i öldürdüm.
Günaydın.

21 Eylül 2011 Çarşamba

''tıpkı ağaçlar gibi''

20'lik diş çıkartıyorum. O kadar ağır ağır çıkıyor ki. Ama hiç bugünkü kadar acı vermemişti doğrusu. Şiddetinin daha da artacağını söyleyenler var, azalacağını iddia edenler var. Tipik insan halleri yani.
 İzmir 18. Toplum Gönüllüleri Gençlik Konseyinde deli gibi yorulduğum için(evet bu yorgunluk pek insancıl olamaz) üzerine bir de diş ağrısı... Düzgün ruh halleri yaratmıyor. Mesela uyuyakalmıştım akşama doğru vee bir de ne göreyim Fransız mafyasının arasındayım. Adamlardan bir tanesi takmış durumda bana. Bir de ne var biliyor musun? Hani akşama doğru uyuya kaldığında nedendir bilinmez. Uyandığında hep birilerini arasın. Hatta kimse olmazsa o esnada evde küçük çaplı bir ''terk edilmişlik'' hissi yaşarsın. Uyandığımda salona gittim ve ışıklı odadan annemin gülüşü içimi ısıttı. Mafya falan yoktu etrafta.
 ''Bizim Büyük Çaresizliğimiz'' filmini izledin mi? Benim için özeldir. Hem hikayesiyle hem de oradaki hikayemle. Neresinden başlanır ki anlatmaya? Konusunun Ankara'da geçmesiyle mi yoksa Ender ve Çetin arasındaki ilişki mi? Peki ya insanın çekirdeğine inen o cümleler. Anlatma taraftarı değilim ama şiddetle tavsiye ederim.
''Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırır ki bizi?''
Hani uykudan uyandığında, üzerine rüyanın kokusu siner ya. Fonda bir şarkı çalar. İşte filmin son sahnesinde çalan şarkıda böyle bir şarkı. Gecemin fon müziği ayrıca.
Buyrun;

20 Eylül 2011 Salı

Bana istediğin cümleyi söyleyebilirsin. Önemli olan seni nasıl duyduğumdur. Bazen ses tonunun arkasına müzikler koyuyorum. Bazılarını sevmediğim için dinlemiyorum. Seni dinlememem seni sevmediğimden değil, senden kaçmam da seni sevmediğimden değil. Ben sadece, kendimden kaçarım. Bazen ses tonunun arkasına koyduğum müzik içime, çekirdeğime iniyor. Anlıyor musun?

İnsan ilişkilerinde en büyük hatamızın anlatmadan, anlama çabasına girdiğimizden olduğunu düşünürüm. Biz dinlemeyi sahiden bilmiyoruz. Karşısındaki sana anlamını anlatmadan, anlam yükleriz usul usul sonra bizi neden üzdü diye bangır bangır kızarız.

Galiba sürekli taşınan bir kadın olacam gelecekte. 3 yılda 4. odaya geçiyor olmam sence de buna işaret değil?

Bu başka şeylere de işaret aslında da hadi ama çaktırma.

3 Eylül 2011 Cumartesi



Oh mis! :)
Buna da halk arasında küçük kuzenin bayram ziyareti deniyor.

25 Ağustos 2011 Perşembe

''Where is the cat?''

 Ağaçların parıltısını sen de görüyor musun? Evimin çevresinde ağaç olması beni çok rahatlatıyor. Balkona oturuyorum, sessizce, öylece ağaçlara bakıyorum. İyi geliyor. Ağacın altında uyuyan kediye bakıyorum gülümseyerek. Kışın pencere, yazın balkon derken... Kedi huzurlu, ben huzurlu.
 Dün gece Fidel aradı. 6 saat(!) telefonda konuştuk. Lafın geçti. Senin lafının geçtiği cümlelerden sonra içimden: ''ne kadar özledim'' diyorum. Sabahtan gelmeyi düşünüyorum sana bu yıl. Bütün gün pencerenin önünde sohbet ederiz, akşama doğru Kadıköy'e gideriz, sahafları gezeriz, bir yere oturur bir şeyler içeriz bana en sevdiğin yeri gösterirsin orada. Yürürüz sahilde sonra şarap alıp eve döneriz.( Plan değil bunlar ''gerçekleştirilse ne de güzel olur'' denilen hayaller.)
  Soru sormuyorum şu günlerde. Her sorduğum soruya cevap bulmak için koşturuyorum. Bir keresinde ''yaşlandığımı hissediyorum'' demiştin ya. Evet. Uzun süredir aslında iyi olduğumu düşünüyorum.
  Alfred var, yeni geldi. Yatağımın ucuna oturdu. Nefes alıp, kalkıp gidecek. O nefes alırken ben de ona bakıp, nefes almayı öğreniyorum.
  Eylül'de naneli dondurma yesek şu Işıkların sonundaki o yerden? Orada mısın?
  Mine iyi ki var. Onu seviyorum.
  Regli olduğum günler kadınların ve çocukların hikayeleri beni ağlatıyor. Kanıyoruz hep birlikte, kanıyoruz her şeye. Bir de inanır mısın? ''Sen küçükken...'' diye başlayan cümlelerde gözlerimi dolduruyor.
  Holly'nin selamı var, ağaçların selamı var, ağacın altındaki kedi... aa kedi gitmiş!
  Seni seviyorum.
  Lina'n

 
 
 
 
 
 

23 Ağustos 2011 Salı



Güçlü bir kadının hikayesini anlat deseler bana önüme Janset'in fotoğrafını koymakla başlarım lafa.( Fotoğrafta Janset mutfaktadır, elinde bıçak, çarliston biberleri doğruyordur. Tavanın ucu görünür ayrıntıya inerseniz ve Janset'in önünde rengarenk bir mutfak önlüğü vardır. Biraz dikkatle baktığınızda dağılmış saçlarından ve kıyafetlerinden işten yeni geldiğini anlarsınız. Onca yorgunluğa rağmen sırtı dimdiktir ve vücudu yunan tanrıçalarının 21. yüzyıl'da aramızda gezdiğinin kanıtıdır.)
İlayda'nın dediği gibi: '' tüm kaslarıyla hayata direnen'' küçük kadın. Evimizin küçük tanrıçası kanımca. ''Güven nedir?'' diye sorulduğunda işaret edeceğim ilk adres. Tüm anlamlarını anlatmaya çalışsam sıkıntı olur yazmakta. Ama ne güzel var, iyi ki var. Evimde yaşıyor, uyuyor, büyüyor, yoruluyor, dinleniyor, müzik dinliyor, bizi şenlendiriyor, bize kapılar açıp cesaretlendiriyor, ne yaparsa yapsın başarıyla(başarısızlığında bile) ''Janset'' oluyor.

Not: Akdeniz'le oynaşmasıyla başlamakta fena olmadı sanki.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

ısınalım o zaman

Hayır canım efendim ''ben her bahar'' değil ''ben her kış aşık olurum'' . Ne diyor o sevdiğim yazar? :''kış bir insanın bir başka insan için yaratıldığının kanıtı''

iş teklifleri rüyalarda yaşar

Herkesten sıkıldığım bir vakitte tam vitrinin camından ''uzun süredir nasılda kendime bakmadığımı'' izlerken bir adam çıksa, ''iyi günler bizimle çalışmak ister misiniz? ancak sabit bir güzergahımız yok sürekli seyahat ediyoruz'' dese. Sevinsem, ''neden olmasın'' desem. Uzun süredir kimseye atmadığım gülücüğü ona atsam. Kafamda mavi bir bere, boynumda da mavi bir atkı olsa, ellerim eldivenlerimi kaybettiğimden buz tutmuş olsa. Sonra bu iş beni her zaman ısıtsa, ısıtsa. Çokta güzel olmaz mı? hı?

tumblr

http://sinyoritamandarino.tumblr.com/


artık bir de buradayım. ama sevgili ülkem seni seviyorum.

19 Ağustos 2011 Cuma

iyi uykular

Ben  bu adamı 4 yıldır her allahın günü düşünüyorum. Sonunda tam düşünmemeye başlamıştım ki ''ben bir  dizide oynayacam'' diye mesaj çekti. Ya var mı böyle bir dünya!!!? Şimdi millet izlesin, yanında yorum falan yapsınlar. Acı içinde kıvrıl yatağına uyu.

5 Ağustos 2011 Cuma

Bu kez sonunu izlemedim.


Titanic'i ne zaman izlesem sanki bu kez batmayacakmış gibi geliyor. Ama her seferinde batıyor.

Ve Rose soyunur, jack'in karşısındadır. Jack'in gözleri, elleri, çizimi, Rose'un vücudunun her bir ayrıntısına gözleriyle dokunması ve jack'in elleri, kağıt, kadın vücudunun kıvrımı,kağıt ve yine eller, Rose'un ortaya çıkan dişiliği, Jack onu çizerken ona hayranlıkla bakması ve iki tarafında birbirlerini doya doya izlemesi.. Tüm bunların ahengi ve ortaya çıkan eser. (Titanic filminde en etkilendiğim sahnedir. O an Rose'un yerinde olmak isterim. Oyunculuk ve yönetmenlikteki ustalık dışında buram buram aşkın yoğunluğu kokar sahne ve bu koku seyirciye ulaşır )

Hep derim: sevdiğim adam resim yapabilmeli ve genellikle resim yeteneği olan adamlara aşık olurum zaten. Resim yapan elleri izlemek hele ki bu eller sevdiğiniz adama aitse nasıl büyük bir doyumdur anlatamam ama yaşanmasını temenni ederim.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

üzerime bir şey dökülmüştü. tamam bir şey dediğim şey şaraptı. nasıl çıkaracağımı bilemiyordum. o lekenin orada kalması mesele değilde, alkol yasaklanmıştı bana. ''nasıl yapıp etmeli? vişne suyu lekesi diye mi yutturmalı acaba?'' diye düşünmeye başladım. işte böyle  kara kara  düşünürken şişeyi bitirivermişim. işin fenası sarhoşta olmadım. daha beteri unutmam gereken şeyleri teker teker sıralayabilirdimde o an. işte tam o esnada anladım ki: hiç bir şey anlamıyorum.

2 Ağustos 2011 Salı

yağlı saçları, şişmiş gözleri, morarmış göz altları, boş bakışları, yastık izi olmuş yanağıyla geçti buradan. mutfağa girip, bir bardak su içti ve tekrar yatağına döndü.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

31 Temmuz 2011 Pazar

turuncunun doğumu

bir palette beklerken, ressam çıkageldi

gözleri bir şeyleri aradı.

bulamadı...

başladı gözlerini karıştırmaya.

derin bir nefes aldı,

kafası çoktan karışmıştı,

başladı ellerini karıştırmaya.

derken derken;
sarının hüznünü, kırmızının sevincini,

sarının ezilmişliğini, kırmızının liderliğini,


sarının boyun eğmişliğini, kırmızının isyankarlılığını,


sarının mufazakarlılığını, kırmızının kışkırtıcılığını,


sarının sakinliğini, kırmızının heyecanını.


sarının suskunluğunu, kırmızının bağırmasını,


sarının terk edilmişliğini, kırmızının terk edişini,sarının hastalıklı halini, kırmızının sağlıklılığını,
kısaca kırmızı ile sarıyı bir araya getiren her şeyi aldı aradığını bulmak için, karıştırdı karıştırdı karıştırdı...
ben doğdum.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

nasıl olur?

uykudan yeni uyanmıştım(çok mu uyuyorum?) bir insanın ölüm haberi kaç değişik şekilde yayılır etrafa. ne kadar türü olursa olsun hepsi cam kırığı olur avuçlarda. sıkıverirsin susabilmek için, kanatırsın ellerini sonra. sonra ''onu'' düşünüp yere pıt pıt damlayan kanları izlersin sakince.ölüm sakinliğince... ölüm tek kişilik değildir. her ölüm bir kaç kişiyi daha beraberinde götürür kanımca.
 -ölen ve ölüm haberini alanlar-
sanatçı ruhlu kadınlara inanıyorum ben. kırılganlıkları canımı yakıyor. okudukça, gördükçe  onları yanlız; yalnızlığım azalıyor. bir kaç ay önce tanıdım didem madak'ı. anlattı, dinledim. şaşkınlıklarına başımı yasladım. kelimelerini saçlarımın arasına doldurdum. nasıl desem? uzunca sustum onu okuduktan sonra, cümlelerinde kendimi buldum. üzüyor ya bazen dünya. ama kimse böyle üzülmüyor. şaşırtıyor ya bazen,kimse böyle şaşırmıyor.
 biz insanlar benzer şekilde sevinç ve hüzün yaşadığımız insanları severiz.
sever miyiz?


gün battı, bulutlar hareket etti. bir kahve fincanı içeride beni bekliyor. yokkuğunda ne şekilde tutup ucundan içmeli? küçük kızın uyuyor, uyanıyor. dünya hala çaresiz, bu çaresizliğe şahit insanlar hala şaşkın. ''hala'' değişimi sevmiyor. ona nasıl sevdiririz?
''hala'' öldüğünü bilmiyor. ona nasıl söyleriz?
belki de söylemeyiz,
pul biber dökeriz üstüne  hayatın''evet çok acı'' deriz.
bak radyo açıldı, kediler evinin önünde saygı duruşunda, çiçekler ağlamaklı.
insanlar?
şşşt... onlar ''hala''da
yaslı pul biber mahallesinden sevgiler
şaşkın biraz da.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

içim döküldü

*birbirlerine dostum diyen iki insan arkalarından neden konuşur ki? bu tip konuşmları dinlerken kendimi kirlenmiş hissediyorum. anlatılan olayları bilmediğimden susup kalıyorum.
*''birden bir mucize olmayacak'' diyordu. amy öldü. alkolden ölmek istemiyorum. iki gece üst üste içtim. dün gece yola çıktığımda kaşınıyordum ve yanma hissini anlatamam bile... bırakmalıyım! bırakmazsam bırakmaktan korkuyorum. ölsem ama mezarıma mandalina ağacı dikilsin isterim. böylece dünyaya mandalina olarak dönerim. güzel olmaz mı?
*insan sevmediği kadınla tatil yapmak ister mi?
*bursa'da ''misi köyü'' denen bir yer var. sevgili canım nazlım sağolsun götürdü beni. nasıl huzur doldum anlatamam. yalnız gidilmeli, ışık gelince gidilmeli, sevgili ile gidilmeli, sevdiğin özel insanlarla gidilmeli.
-akan bir çay var,  suyuniçinde masalar. gökyüzü ağaçların arasından görülüyor. ayağının altından sürekli su akıyor, bazen balıklar gıdıklıyor ayağını. ördekler yanına gelip yüzüne bakıyor. köfte ekmeği harika. ayrıca misi köyü, köy kadınları tarafından kalkınma hareketi başlatılmış bir köy.
-acemler durağından b20 ile gidilebiliyor.
*bir şehrin arka sokakları şehrin insancıl tarafıdır. oralarda bakımlı olma derdi yoktur. çocuklar rahatlıkla yolun ortasında oyunlarını oynarlar. şehrin arka sokaklar, insanları dalıp bir yere uzun uzun baktıkları an kadar düşünceli ve korumasızdır.
-ışık gittikten sonra bursayı daha çok keşfetme telaşındayım. koşturmaca mı anlıyor musun?
-tuhaf bir andı. odasına girdim, evde kimseler yoktu. yatağında bebeği, ayıcığı yoktu. koliler vardı. bir kaç eşyam kalmıştı. ''nasılda yuvam olmuş bu kadın'' diye düşündüm. oturdum yatağına, yastığını koyduğu ve o an yerinde yeller esen yere uzun uzun baktım. bana bıraktığı bardağına baktım, notu aldım. gözlerim buğulandı, cümleleri seçemedim. göbeğimdeki delik çukurlaştı biraz daha. kaçtım kaçtım ama orada odasında yakalandım. yokluğunda bile yine yokluğunu en sakin şekilde hissetmem için bir şeyler yapmıştı. odasına dokundum, evde ondan izler aradım. bir fotoğraf, bir not, orada geçmişte yaşadığına dair izler işte.
-ben giderken yeni birisi yerleşti. bu genellikle gelir başıma yaşadığım yerin benden sonraki insanına şahit olmak, orada kurduğu hayata şahit olmak.
-hayat!
*alkolü bırakmalı, dostluk kutsaldır,ışık, ağaç olurum hiç olmadı

8 Temmuz 2011 Cuma

maşallah deyüüün

bu bardağa sahip olduğumda kaç yaşındaydım tam olarak hatırlamıyorum ama olsa olsa en fazla 6 yaşındaydım. içime doğan 5 ama. ananemlere gitmiştik. bir pazar günüydü kahvaltı yapacaktık. (ananemlerin evi küçükken hep bambaşka bir dünyaya aitmiş gibi gelirdi. ev düzenleri bizim eve göre fazla rahattı.) kahvaltı sofrasını teyzem hazırlıyordu ben de ona yardım ediyordum.  o güne kadar hiç bir ev işine yardımım dokunmayan ben için nasıl bir heyecandı anlatamam. bu bardığı gördüm. öyle ince belli falan değildi. ilk defa böyle bir bardak görmüştüm.(ananemlerin evlerini başka dünyadan zannetmemde bir neden daha: hiç bir ev eşyaları alışılmış değildi) ''ben bununla çay içmek istiyorum, alabilir miyim acaba'' dedim. teyzemde kabul etti.
o günden sonra ne zaman ananemlerin evine gitsem hep o bardakla çay içtim. ben varken o evde kimsenin bu bardakla çay içmesine izin vermedim. bardağa adeta ''namusumsun'' muhabbetini yaptım. ananemlerin evinin bir yerlerinee bir eşyanı koy ona asırlarca dokunulmaz, kırılmaz, o orada bıraktığın gibi kalır, kaybetmezsin. bu bardakta kaldı. ananemlerin evinde onca şey değişti, benim hayatımda onca şey değişti ama ne zaman onların evine gitsem kahvaltı soframa bu bardak kondu. bu bardak hep durdu. 5 yıl öncede artık tamamen bana verildi. bu bardak ilk kez işe (kendimce)  yaramamın hediyesi ve ilk kez ''benim o benim'' diye sahip  olduğum eşyadır. ona bakılınca mutlaka akla gelirim.şimdi evimin rafında. biraz eskimiş- yıpranmış ve çizilmiş olarak diğer bardakların arasında sırıtmakta. en az 15 yıllık cam parça.sadece cam parçası olmayan cam parçası.  hassas ama hala hayatta. 

5 Temmuz 2011 Salı

sakinim


git gide kopuyorum. bağlılıklar korkunçlaşıyor gözümde. bir adama bağlanmak intihar etmekle eş değerde. aslında öyle de çünkü gelir ve giderler. her aşk bir gün biter. sonra bir yatakta şişmiş gözlerle ölünü bulurlar, yıkarlar. tekrar seni dünya kazanına atarlar. nasıl korkuyorum bir bilseniz?
insan yalnızken korkak oluyor. korkularını yenince tek kişilik bir ordu oluyor ama. bir ilişkiye başlayacaksann ordunu kurmadan dokunma bile.
bir adam sevecektim. sevdim değil sevmeye niyetlenmiştim. tam niyet etmiştim ki. onunla paylaşacağım cümleleri ve yaşayacağım hikayeleri bir yatakta kürtaj etti.kürtaj sayım artıyor. bilirsiniz belki bunca kürtaj sonunda hangi hikaye tutunur ki?
bu fotoğraftaki eller...
ben bu ellere çok aşıktım. kitabı tutuşu, sigarayı tutuşu, birayı tutuşu, saçlarını tutuşu, umudunu tutuşu, umutsuzluğunu parmaklarının arasında saklaması...
ellerimin üşümesi hep yalandı sırf ellerinin içine ellerimi sığdırmak için kurulmuş.
''bira içerken saçları uzun
parmakları korkunç ve kalabalık''

ben terk ettiğim adamlarda bile terk ediliyorum.
ben bütün hamileliklerimde kürtaj oluyorum. pantolonumun düğmesi hep kopuyor kürtaj sonrası kapatırken. sokaklar boyu insanlar bana bakıyor.
umutsuzluğumun nedenini anlıyor musun hı!?
*ıssız bir adaya düşşen yanına alacağın üç şey nedir merve?
-  ımmmmm fidelin elleri, fidelin elleri, fidelin elleri.

onu özlemiyorum. onu artık sevmiyorum, onu anlatıyorum sadece hep belli bir düzende takıntı bu ya...
''o diye biri vardı galiba'' diyorum.
ama ellerine hala aşığım!


son kopan pantolon düğmem akşam güneşi zamanında, bir çatının karşısındaki odada bir kuşun ağzının içinde gitti. bebeği dostumun odasına gömdüm. o odada hepimizin ruhu yaşayacak...
hiç bir şey kaybolmuyor nihayetinde

1 Temmuz 2011 Cuma

tespitine kurban

''insan diyet yapacaksa sevmediği yemekleri yapacak. çünkü yiyemiyorsun :)''

made in tomurcuk

30 Haziran 2011 Perşembe

ruhum olduğuna inanıyorum oldukça sakinim

onun saatlerce ellerini yıkayışını seyrettim. beni ellerinden çıkarmak için bu kadar uğraştı mı diye düşündüm. o elleriyle boğuşurken böyle bir şey düşündüğüm için utandım kendimden. korkmaya başladım sonra. sonra ellerini bırakması için ne yapmam, ne demem gerektiğini kestirmeye çalıştım. olmamaya başladı!!!


olduramadıkça...

sonra o ellerini yıkadıkça benim kalbim hızla atmaya başladı. elleriyle kalbim, kalbim elleri, kalbim... sıkışıyordu, ölüyordum. nefesim kesildi.o ellerini bırakamıyordu. ben ölüyordum. aynada ikimizi gördüm. bakıştık. nefesim kesildi. tansiyonum düştü. tansiyonum yere düştü, almak için ben yere düştüm.

devamını hatırlamıyorum.

26 Haziran 2011 Pazar

biterken

güzeldi. sevdim yani 10'lu yaşlarda hayatı. sonra hayatıma giren insanları da teker teker çok sevdim.
mutluluğu ve acısını doya doya yaşadığım için kendimi de çok sevdim.
sevmenin ağzımda güzel tadını hissettim, hissediyorum biterken de.
10'lu yaşlar bitiyor şimdi. yeni bir devir başlayacak yarın sabah. bakalım 20'li yaşlar biterken hayatımda neler olacak neler.bunu düşünmeye daha çok var ama şimdilik başlangıcın heyecanını hissetme vakti
büyüyorum işte.
yayında ve yapımda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.

not: akşam güneşi enerjisiyle çalışan mandalinadan sevgiler

23 Haziran 2011 Perşembe

kadın karışık. adam sinirlenmiş uykuya boğulmuş. adam boğulmuş. adam kendisini boğmuş. çamaşırlar katlanmış kanepenin üzerinde, yerleşmeye yer arıyorlar. hiç biri bu evin çekmecelerine ait değil. belki bu evin bedenlerine de ait değillerdir, pisi pisine kirleniyorlar işte. küçük kız şaşkın bir kanepeye oturmuş katlanmış düzenli huzursuz çamaşırları izliyor.''motorsiklet insanları tehlikeli sularda yüzmeyi seven insanlardır, araba insanları garanticidir. bisiklet insanlarıda huzuru ve rüzgarı seven insanlardır.
rüzgar yaşamın nefesi.''

tespitlerin huzuru: canımın çekirdeği

20 Haziran 2011 Pazartesi

cennete yine elmayla gitmek mi dersin?

uykudan yeni uyandım, ayağımı nasıl oldu anlamadım incitmişim. ama yavaş yavaş geçiyor. dinlendiriyorum anlayacağın. neyse işte balkona çıktım rüzgar gülünü amaçsızca izliyordum ki. gökten 3 elmanın düşme olayına takıldım.
 cennetten adem ve havvanın elmadan dolayı yeryüzüne yollanması ve her masalların elmayla bitmesi....bana ilginç geldi birden.

15 Haziran 2011 Çarşamba

aynı bardaktan şerefe

ve tanrı gökyüzüne vitaminini atar.
dolunay yavaş yavaş erir...
iyi bak ve sonra gözlerini kapat.
derin bir nefes al- ver.
iç gökyüzünü iç!
belki eksikliklerimize iyi gelir.

cashback(zamana güzellik kat)





filmden bir kaç cümle:
"bir insanın kafa tasını kırmak için yaklaşık 230 kiloluk baskı gerekir. ama duygular daha hassas şeyler..."
'bir yerlerde bir şeyler oluyordu, bilinmeyen sonuçlar doğuracak girdaplar oluşuyordu. dur durak bilmez bir kader dalgası gibi üzerime geliyordu''


''saate ne kadar bakarsan, zaman o kadar yavaş geçer. zihninin saklandığı yeri açığa çıkartır ve saniyelerle işkenceler yapar. zamanın takas etme sanatının özrü budur''

''tam tersini hayal ederim: zamanın donduğunu. yaşamın uzaktan kumanda tuşunda zamanı dondur tuşuna basıldığını. bu donmuş dünyada özgürce ve farkedilmeden yürürüm. kimse zamanın donduğunu anlamaz. ilerlemeye devam ettiğinde ise görülmez ilke kesintisizdir. sadece bir ürperti duyulur. mezarınızın ortasından birisi geçmiş hissi verir.''

''dondurulmuş bir dünyada güzellik kavramını anlamanın ne derece kolaylaşacağını düşünün. her şey önünüzde donmuş, yakalanmış, habersiz...''

''dünyayı dondurup o anı bir hafta yaşamak istedim. kendimi hiç o an kadar eksiksiz hissetmedim''

''sık sık hayatımı donup kalmış bir dünyada geçirsem nasıl olurdu diye düşünüyorum. hayatımın geri kalanını iki salise arasında yaşasam. yaşayıp ölsem ve daha sonra zaman işlemeye devam etse. genç halim gitmiş ve yerine yaşlı ölü biri kalmış''

''kafamda bu donmuş dünyada çok vakit geçiriyorum. burada güvendeyim''

''hep uzak ülkelere gitmeyi hayal ediyordum, mesela güney amerikaya. güneşin her sabah seni öperek uyandırdığı yerlere. daha da önemlisi insanlarla hayatları ve düşleri hakkında konuşmak istiyorum''

fotoğraf ve resim sahiden zamanı dondurma arzusundan çıkmış olabilir mi?  neden olmasın ya da böyle bir arzuya gebe olabilir.
elleri severim, sevdiğim insanların ellerini daha çok severim. sevdiğim insan resim çizerse onunla bir ömür boyu mutlu yaşayabilirim .
kadın vücudu...

13 Haziran 2011 Pazartesi

tüm derslerimden kalmaktan korkuyorum. allahım! kaygıların biri bitiyor diğeri başlıyor.  misler gibi bir haziran yaşamak tek amacım aslında. neylersin yaşamadık bir türlü, bu yıl yirminci yılımı kutlayacam bir oturupta becerip haziran bana güzel bir süpriz yapmadı. a doğru ahmet doğmuştu bu ayda.( ben hala mutlu olurum o da haziranda doğdu diye.)evdekiler uyudu. şimdilik onlara göre fazla sorumsuz ve başarısızım. turuncu sokak lambaları ve ben ayaktayız. onlara görede fazlaca deliyim. öyle ya yıllardır benim kadar kimse sevmedi , cevap alamadığı halde saatlerce onları izleyip, konuşmadı onlarla varsa çıksın gelsin tanışalım, birlikte izleyelim.
başka birisine göre de eminim fazla birşeyimdir. benim asıl derdim kendimle. kendime göre daha ne olduğumu bulabilmiş değilim. şu sıralar gergin ve korkak olabilir miyim ki? ama yinede salmışta görünüyorum bir yandan. beni. bir kanepede yayılmış, elinde kumanda ''amaaaaaan halledilir, ne yapayım yani'' diye bacaklarımı sallıyor görürseniz şaşırmayın.

ankara'da yapılan çevre eyleminde polisin bir kadını hırpalarken:''çocuğun varsa burada ne işin var'' demesi. hala beynimde çınlıyor çın çın çın çın.
notumu gördüğüm anda zom zom zom gözlerimde zomluyor.
karanlık ve ılık fotoğraf beni görünmeyen kısmında içine al, sakla bize güzel bakan birisinin yanında ortaya çıkar.

ışıklı günler diliyorum


neresinden başlarsam başlayayım eksik bir yazı olacağı aşikar. kelimelere iananıyorum ama öyle bir yer var ki kelimeler:''ben buradan sonra pekte yeterli değilim'' diyorlar. işte ışıkta hem kelimeler için hem de benim için böyle. genel olarak hayatla kolay bir ilişkim yoktur. zorlarız birbirimizi. çoğunluklu anılarım nasıl kırıldığıma dairdir. ben ışığı tam bir yıl önce istemiştim. artık gelsin dedim, çok özledim onu dedim bir yıl içerisinde. (yok hikaye bir yıl öncesine dayanmıyor tabi ama çokta geriye gitmenin anlamı yani okuyanı sıkar.)
aynı yönlere, aynı yollarda yanyana gitmişiz, anlatmışız, dinlemişiz. sonra kim bu anlattığım deyip sağımıza solumuza bakmışız ve birbirimizi bulmuşuz. bazen birbirimizi kaybetmişiz, sonra aramış yine yanyana gelmişiz. birbirimizi görmeden ama yanyana olduğıumuzu bilip başka bir huzur yaşamışız.
sonra onu gördüm, göz göze geldik. ''geç kaldım özür dilerim'' dedim. o da ''ne demek toplantının sonuna geldik şöyle şöyle böyle böyle kararlar aldık'' diye anlatmaya başladı.
sanırım hayatımın en hasretle anacağım insanlarından birisi.
uykularımız, kırgınlıklarımız, gökyüznde uçurduğumuz renkli cümleler, ellerimizi kanatan kırıklıklar, gülmelerimiz, gözyaşımız.
uzun süre insan hasretini çektiği kişiye kavuşunca biraz daha dibimde dursun diyorsun.  ilk defa birisine ''özledim'' demek bu kadar yakıyor içimi. yanımda ya özlememem gerekiyormuş gibi özledim dersem bunu inkar edermişim gibi. ama iki gündür şapşallaştım.
artık uzun ve yalnız yürüyüşler var. espirileri ona anlatmak var. onunla iki farklı şehirlerde gülmek var. haftasonları eşyalrın toparlanması ve ona kaçmak var.
artık onu özleyip üretmek var, artık ona yazmak ona çalmak var.
hiç bir şey eskisi gibi değildir. olmayacakta, bu hale alışıcam bir şekilde. onunla güzelce yaşayacam. mühim olan nefes alıp vermek.
ışık hep tepemde...
yeni türkü-resim