Translate

10 Aralık 2010 Cuma

anaç değil

*pınar selek
*bebeğini düşüren 19 yaşındaki kız.


bunları uzun uzun düşün!bütün gün...
sürgün nedir?
kadınlık nedir?
bu ülkede kadın olarak büyümenin yaşı var mıdır?
bu ülkede yaşayan bir kadın olarak söyleyim: bir gecede, bir anda pat diye büyürsün.
iyice düşün!
doğudaki minik  olgun kadınları da unutma.
havalar çok rüzgarlı, sana bütün kadın hikayeleri çarpsın rüzgarlarla.
yüzünün felç geçirmemesi dileğiyle...
sevgiler bolca :)

18 Kasım 2010 Perşembe

hiç mi yapamaz?

planladığım intikam konuşmalarım ve intiharlarım var.
bunlar birbirine parelel bir şekilde yürüdüğüm yolda hep benimle ilerliyorlar.
intikam konuşmalarımı planlamak ve intihar anımı kafamda çizmek beni sadece rahatlatıyor.
yapamam biliyorum!
onlar cazibeli ve bir o kadar dikenliler.
iç huzurum?
planladığım intikam konuşmalarımı yaparsam,
yakında, çok yakında, kafamdaki çizgilerin somutlaşmış hali olacağımı bilirim.
insanları kaybetmek değil de iç huzurumu kaybetmeye dayanamam.
ve  tüm intikam konuşmaları
bilirsin büyümüş ve iç huzurunu hiçe sayan insanlara göredir!
tanrının büyümeyen çocuklarına göre değil!
kırınca daha fazla kırılan
insanların iyi niyetine ve sonsuza inanan insanları korumalıyız!
onlar sevgililerini bir türlü terk edemiyorlar
bir köşede sadece kırılmak ve her buluşmada bu kırılmalarını nasıl anlatacaklarını planlamakla kafalarını meşgul ediyorlar
ama söyleyemiyorlar, söyleselerde anlaşılmıyor bir türlü cümleleri!
onlar dostlarının kendilerini her şekilde seveceğine inanıyorlar
yürüdüğünde arkasından konuşacaklarını hayal bile edemiyorlar
onlar bir köşede hayal kuruyorlar,
onlar her sevginin sonsuza kadar süreceğine inanıyorlar,
her söz verenin sözünde duracağına...
 ama artık sıkılmaya başlamışlar!!!
onları her gece duyuyorum bana şöyle diyorlar:
''çok sıkılıyorum küçük hesaplar peşindeki insanlardan, başkalarının hayatını gündemi yapıp günlerce konuşan insanlardan,bambaşka amaçlarla kendilerine yaklaşan erkeklerden,kendisini fazla duygusal ve kırılgan gösteren cin erkeklerden, irinli yalan söyleyenlerden sıkılıyorum.''
onlar bu kadar sıkılırken, kronik mutsuzluklar her yere saçılıyor.
kafalarında her intikam konuşmalarını yazdıklarında birşeyler daha kırılıyor,
renkler biraz daha soluyor
tanrı büyümeyen çocuklarını korumalı
yoksa kafalarında daha çok plan yaparlar 

17 Kasım 2010 Çarşamba

mandalinanın aklına sadece portakal gözlü bir hatun damlar...

bayram dönüşü vizelerim var ve betimsele çalışıyorum. permütasyon kombinasyon konuları ağırlıklı. oysa ben öss de teğet geçmiştim, bir soru çıkacak boşuna vakit kaybetmeyim diye.(teğet geçtiğimiz bütün acılar daha sonra çocukluk hastalıkları gibi daha büyük şiddetle bizi bulup vuruyor diyordu ece temelkuran bir köşe yazısında) aslında betimsele çalışmıyorum çalışmaya çalışıyorum.
bazen oturup naz'ı düşünüyorum. nazı bazen oturup ciddi ciddi düşünüyorum. sevdiğin bir kitabı okumak, bitirmek ve her o kitabı düşündüğünde ona dair yeni anlamlar bulmak kadar değerli nazcığımı düşünmek benim için.onunla sohbet etmek hele!...
bir cümle var kurulmayı bekleyen. O cümleyi ben kurucam. Öyle bir cümle ki bu onu kurabilmek için bütün kelimelerinin anlamını teker teker  bilmek gerekiyor. İşte o cümle uzakta beni bekliyor. İşte o cümleyi bulmam için pek çok işi yapmam gerekiyor. İşte nazla sohbet ederken o cümleye yaklaştığımı hissediyorum. O cümle benim hayatımın cümlesi olmasına rağmen nazla konuşurken o cümleye yaklaşıyorum. Naz ruhlarımızın daha önceden tanıştığını düşünüyor. Buna inanıyorum!
Aynı fotoğraf karesinde birbirimize kilometrelerce uzakta insanlarla yer aldım, aynı fotoğraf karesinde aynı manzarayı izlediğim insanlarla da yer aldım ama 3 yıl olmasına rağmen tanışalı aynı fotoğraf karesinde nazla hiç yer almadım.(belki toplu çekilen lise fotoğrafları dışında, eminim aynı ifade vardı ikimizde de)
Hani aynı mekanda olupta birbirini sonradan fark eden insanlar vardır ya biz nazla öyle de değildik. Biz ilk konuştuğumuz andan itibaren birbirimizi tanıdığımızın farkına vardık fakat aniden birbirimizin hayatına da girmedik. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra! (huzuru arıyan kadınlar değişimlerden ve aniden gelişen olaylardan müthiş zevk almasına rağmen içten içe tedirgin olurlar bu olaydan ve aynı iki kadın birbirini görürse bunu anlar ve ona göre hareket etmeye başlar)
11. sınıf boyunca onu izlemem, beni izlemesi, yanlış anlayacak diye korkmam, konuşmalarımız, en yakınımdaki bile insanların anlamayacağına inandığım bu yüzden söylemediğim şeyleri ona anlatmam, naz mutsuz olduğunda rüyamda görmem ona söylemem ve hemen anlatması, antalyada yaşarken sevdiğimiz mekanlara birbirimizi götürmememiz fakat yine de bunca yakınlık...
Onu bazen oturup ciddi ciddi düşünüyorum! Karmaşalarını- aşklarını- çözümlemelerini-başarılarını-başarısızlıklarını- sorumsuzluğunu-kadınlığını ve daha pek çok şeyi.
Cümledeki kelimelerin anlamını varlığı dolduruyor dolu dolu bir dolu.
Ayda yılda bir görüşüp ama hep yanımda olduğu için seviyorum. Buluştuğumda ‘’dün görmüş gibi’’ hissini seviyorum, farklı senkronlarda evine kusmayı da :D
Aynı fotoğraf karesinde hiç yer almadık ama gördüğünüz pek çok fotoğrafta birlikteyiz bir köşesinde…
Anlatsa-anlatsam.
 Bulsak. 
Gözleri portakalmış ya onun

16 Kasım 2010 Salı

kurban ettim

sevgili mandalina...
gece oldu, kurban bayramının birinci günü doldu. bayramların ilk günü bir tuhaftır. herkees haddinden fazla şaşkın ve gaza gelmiş hareket eder. bir yıldır görmediğin insan evine bayramını kutlamaya ziyarete gelir falan ama iyidir, hatırlanmak güzeldir. ha bu bahaneyle bende alanyaya gelirim o ayrı. bayram sonrası vizeleride cebimde taşırım o da apayrı.
 bayramlardaki en sevmediğim şey şudur ki:
''iyi bayramlar... ad soyad'' toplu mesajını almak!! bayram dediğin şey; uzun süredir vakit bulamayıpta konuşamadığın eşine, dostuna, ailene, yakınına vakit ayırmak, onlarla hoş beş etmek, beraberce tatlı vakit geçirmek değil midir?
hayır bu böyle olmayabilir.
 ama oluyormuş taklidi yapılması saçma.
bayram lan bu bir güne sığdırma kutlamayı ama samimi bir şekilde kutla, sevildiğimizi bilelim! sahiden hatırlanalım.
bilemedim...
bunların arasında arayıp sahiden bayramını kutlayan kıymetliler oluyor tabi. mesele kutlayıp kutlamama meselesi değil eğer kutlamalara önem veriyorsan insan gibi kutlama meselesi.
mandalina sunileşen şeyleri artık sevmiyorum. bu durumu abartmaya başladım bunu da biliyorum ama artık yalan söylemek, olmayan şeyleri oldurur hale getirmeye çalışmak ve bu şekilde insanların gözünü boyamak ayıpmış gibi geliyor! lafı gece gece uzatmak istemiyorum ama dedikodu mesela evet uzaktan hayatını izlediğin birisi hakkında yapmak zevklidir. kim ben yapmıyorum derse o da yalancıdır. canımıniçi deyip dedikodu yapanlarda ucubedir ama :)
ayıp şeyler bu tip küçük oyunlar çok ayıp hem de!
uyuyacağım artık iyi geceler :)
not: ama bayramların yanakları sıkılası, kendine çekip sonra yanağına bir tane kocaman öpücük kondurup(en seslisinden) ohhh! diyesilidir(diyesili ne lan!)
öptüm kaçtım

bukalemun

Beni al çalışma masanın üzerine koy. Çalışırken seni izlememe izin ver.


Sessizce, bir köşede…

Kafan karıştığı zaman ellerini saçlarına götürmeni ve kafanı kaşımanı izleyim mesela. Sonra yollar ürettiğinde yüzünde beliren o huzurla karışık sevincini susamışta buz gibi suyu lıkır lıkır içen insan kadar mutlu izleyim. Sürekli sevdiğin şarkılar çalsın fonda. Yanındaki pencerenden mevsimler geçsin. O çok sevdiğin ağacın bir yaprak döksün, bir çiçek açsın. Ben mevsimlerin, dünyanın, notalarının sana yansımasını izleyim…

Akışkan ve sıcacık bir dünya…

Her şeyden uzak, senin renklerinle kurulmuş ve kurulacak bir dünyada renk değiştireyim.

Renk renk rengarenk…

14 Kasım 2010 Pazar

''gereksiz insanlarla nasıl baş edilir?'' (bilemedim ben onu)

Efendim bu dersi bilmem kaçıncı kez alttan alıyorum fakat yine yeni yeniden teoride öğretilen şeyleri pratiğe dökemiyorum!!! Bana öğretilene göre bu insanların çeşitleri varmış ve en can sıkıcısı fazla değer verip tepenize sıçırttığınız insanlar topluluğuymuş.


Evet evet haklılar! Bu tip insanlarla ne zaman karşılaşsam baş etme yöntemlerini unutup tuz buz oluyorum. Çünkü kendilerini, hayatınızda iyi niyetinizi fırsat bilip fazlasıyla söz hakkına sahip zanneden insanlar ne kadar kırıcı olacaklarını fark edemiyorlar.(bilinçsizlik!) onları her affedişinizde bir bok daha derken o güzelim saçlarınızı berbat ederler. Baylar bayanlar! Saçmalıklar yığını insanlar arasında nefes almak bu yüzden lağımda nefes alma hissi yaratır. Kafanızı kaldırıp, oksijeni içinize çekin ve olanı biteni fark edin. Tabi ki bende fark edeyim.

Tanrı hepimize yardımcı olsun.

11 Kasım 2010 Perşembe

M

sevgili mandalina...
adım merve.
baş harfim gibi hayatım var.
bir inişte, bir çıkışta
bu yol nereye gider peki?
bu yol çok uzak bir şehirde tanıdık bir ruh arayıp, çırpınan bir kızın bulduğu ana gider.
her şehrin bir hikayesi- her şehirde tanıdık birer dost ruh vardır.
vardır işte...
burada
nerede?
M nin bir noktasında



görüşürüz!

28 Ekim 2010 Perşembe

imla klavuzunda yazmıyor ama

''ve..'' dedi tanrı: ''bütün bitmiş cümlelerin sonunda nokta konur. Bir adam gelir özne olur, bir cümle kurdurur, içine renkleri doldurur, notaları sığdırır...Olumlulaştırır olumsuza yol alır. Umuda girer, inancı teğet geçer.Önce ağlatır sonra eksiltir.Sonuna ağır aksak bir yüklem alır ve noktanın vakti gelir.''


Nokta dediğin kendi ekseni etrafında dönen bir dünyadır.

23 Ekim 2010 Cumartesi

çok mandalina yersen turuncu kusarsın

* ebesin 30 a kadar say.


-hani ben fasülyeydim

*artık büyüdün değilsin

-karanlıktan korkarım ben ama

*hiç bir şey olmaz başla saymaya

(1-2-3-4-5-6-7-8-9-10 korkmuyorum korkmuyorum korkmuyorum)

üç hayat öncesinden iki hayat sonrası varlığın

silmiyor hafızam hiç birşeyi,

ne gelişleri ne gidişleri

silmiyor hafızam hiç bir şeyi

her gün biraz daha biraz daha işliyor tenime özlemini çektiğim kokun

yokluğun gökyüzüne ulaşıp ozonu deliyor

hayatın öğle saatlerine denk gelen kalabalığına karıştığımda cildimi zehirliyor

ellerin:gizli sığnağın

ellerin:valığının kanıtı

ellerin:huzura boğulmuş göz kapaklarımın kapanış dakikalarının tik tak atışı

bak yine saat 12 oldu

bizim kuş hayat doldu

kül kedisini sardı mı bir telaş

kaçarken ayakkabısını unuttu

unutmadı! prensin onu bulacağına inandı

kadınlar mutluluğa inançlı

erkekler kararsızlıkta inatçı

(11-12-13-14-15-16-17-18-19-20 korkmuyorum korkmuyorum korkmuyorum)

sakın gelme sevgilim

çünkü ellerim kuştur benim

her gelişin bir kırılıştır kanadımda

ama güvercinim ya ben, kırılan kanadımla uçamam uzağına

fakat güvercinim ya ben, uçmak benim ruhumda

hoşçakal sevgilim

benim kanadım kırılmamış, azıcık yara almış

hoşçakal sevgilim

iyileşme vaktim çoktan gelmiş

ve kanatlarım pır pır hareketlenmiş

hoşçakal sevgilim

kararsızlığın çoktur

ve araflar boktur!

(21-22-23-24-25-26-27-28-29-30 önüm arkam sağım solum ebe söbe

dıp

dıp

dıp

dıp

korkmuyorum artık karanlıkta yanlızlıktan

YAKALAAAADIM DIM DIM DIM!)

20 Ekim 2010 Çarşamba

aşifte

güzel değil, cilveli.


herkes arkasından böyle söylerdi. kocaman kahkahalar atardı. sevdiği erkeklerin önce ruhuna aşık olurdu.

kimisinin eli, kimisinin sesi, kimisinin nefesi üzerine hikayeler, şarkılar, şiirler yazardı.

her seferinde kocaman bir gülümseme, eller birleşmiş ve gözler gökyüzüne bakar halde ''inanıyorum bu kez güzel olacak'' derdi.

adam bir espiri yapardı, kız biraz çapkın, biraz çocuksu bakar ve güler ve dikkatini çekerdi adamın.

arkadaşının gittiği bir falcıdan duymuştu: ''kader insanı önce zayıf noktasıyla dener, sonra da ödüllendirirmiş'' kabullenmişti onunda zayıf noktası buydu ve kader onu defalarca denemişti. artık bir ödülün vaktinin geldiği söylüyordu kendi kendisine.

(o vakitler asla gelmez baylar bayanlar ama o bunu duymuyor bir türlü. kader asla insanı ödüllendirmez. her seferinde daha büyük bir acıyla karşılaştırır. insan ömrü boyunca o ödülü bekler durur. bu ödül için fazla beklentiye giren insanlar fazla imite bir hayat kurup kendilerine sonunda gerçeklerle yüzleştiklerinde dayanamayıp intihar ederler.)

bir adam görüyordu, içinden bir şarkı tutuyordu, adına bir hayal kuruyordu ve PAT! adamın peşinden sürükleniyordu.

bazı kadınlar onun güçsüzlüğünden bahsediyordu. ''tek başına var olamıyor bir türlü sürekli biri geliyor diğeri çıkıyor yazık yazık!''

kadının güçsüzlüğünden bahseden kadınlar bir kaç hayat sonra kıpkırmızı gözlerle ''giderse ölürüm'' diyordu bir adam için.

kızın giderse ölürüm diyeceği bir aşk...

evet evet bir kez gelmişti başına. adam gitti, kız öldü...

ama dünya dönmeye devam etti, eksik gedik, olmamış, olduramamış bir dünyada yaşamaya devam etti.

gitti, öldü...

yani bu kadardı!

sonra hayat başka bir hızla aktı üzerinden. çünkü giderse ölürüm dediği adam gitmişti, kız ölmüştü. bir asfaltın üzerinde ölüydü kız.kimse farkında değildi. üzerinden geçiyorlardı hızla. çiğneye çiğneye! yaşam tüm hızıyla kızı orada eziyordu. kalksa akışa bıraksa kendisini gidecekti bir yerlere ama o kendisini sadece akışa bırakmış taklidi yapıyordu, orada yerde varlığını sürdürmeye devam ediyordu. Bu yüzden işte hem en ortasında hemde kıyısındaydı yaşamın

bir ara birileri aşifte demişti. kimdi hatırlamıyordu. adı bir ara aşifte olmuştu.( insanlar ne kadar çok konuşurlar böyle)

kimseye kızmıyordu işin ilginç yanı. arada haksızlık bu diyordu ama yine yapılan tüm espirilere gülüyordu. çocuktu. tanrının büyümeyen çocuğuydu ve kadındı. bütün baktırdığı fallardaki o kalbe inanıyordu, kaderin onu denediği zayıf noktasının bir gün ödül olarak ona geri döneceğini söylüyordu.

kadındı...

küçükken annesinin topuklu ayakkabısıyla halının serilmediği antredeki o yerde takıdı takıdı yürümeye çalışırdı, hamile kadınlara sempati ile bakardı, bir dönem evlilik mi ıyyy desede evli çiftlere içten içe gıpta ile bakardı. o erkeklerin bildiği kadınlardandı. hediye değilde güzel bir söze tav olabilirdi. biraz düşünceli adam hayal ederdi. arada onu şımartsın, sevsin herşeyini sevsin ve aldatmasın blablabla...

aşifteeee!!!

inanıyordu. sanırım suçu buydu bir adam gelecekti ve herşeyi çözecekti. bir önceki adamın dağıttığı hayatını başka bir adam gelip düzeltecekti

( kaçıncı adımdan sonra 10 dan geriye saymaya başlar ilişkiler? ALDIM VERDİM BEN SENİ YENDİM)

bir adam gördü, espirisine güldü, adam güzel bir cümle kurdu kadına, kadın gözlerini devirip gülümsedi.

yolda yürürken güzel bir müzik dinledi.

gülümsemesini gören birisi ''aşifte bulmuş yine birisini'' dedi. başka birisi ''yanlızlığı beceremiyor'' dedi.

kadın duymadı bunları ''olacak'' dedi gülümsedi. güneş her zaman ki güneşti halbuki ama o ''farklı parlıyor bugün'' dedi.

onu yolundan kim döndürebilirdi ki?

kendi kendisine hayaller kurup hayalkırıklığı yaşasada arada bir mutlu olmasını görüp kıskanan ve ona sürekli bok atan gri insanlar mı?

sanmıyorum.

15 Ekim 2010 Cuma

anı :)

sevgili mandalina...
saat 07.10. selinle birlikte sabaha kadar bol dedikodu yaptık, , fallara baktık, aylinle cluedo oynadık ve veeeeeeee pek çok eğlenceli dakikalar geçirdik. sonunda vardığımız kanı ise   SAFIZ!
bunu yazdıktıktan sonra selin'in tepkisi:''( gülücük) kesinlikle'' oldu :)
sanırım şimdiye kadar büyürken hayatımda olmasını istediğim bir güzellikti fakat daha yolun çok başındayız ve birlikte ilerleyeceğimiz yollar var.
saflık bulaşıcı değildir, doğuştan gelir ve bunun bir çaresi yoktur. dostane yaklaşımların hepsine büyük inançlarla sarılıp ardından gelen bir dolu trajikomik olaylar her zaman bizi üzmüştür veeeeeeeeeeeeeeee üzecektirde. ha akıllanacak mıyız? kararlar alıp, planlar yapıp her seferinde saflıkla inanacağız. kabullanmişlik güzel şey değil mi :)
he demem o ki! saf olunmaz doğulur bu yüzden çevremizdeki safların kıymetini bilip, birbirimizi koruyalım. çünkü biz tanrının büyümeyecek çocuklarıyız ve birbirimize emanetiz :)
fazla sabah oldu aydınlandık. kafa uçtu uçtu uçtu!
selin beni çok seviyormuş ve hep sevecekmiş kalacakmış bir özenti gibi ''mii tuu'' demek yerine ''bende'' diyorum. yazmaya devam edeceğim.
kış geldi.
bursa'da son bin yıldır yağmayan yağmur yağacakmış. ama her kış böyle değil midir? son bin yıldır görülmeyecek soğuklar hep o kış yaşanır. son ömürde yaşanmayacak acılar hep o anda yaşanmıştırda. fazla önemsiyoruz yoksa yurdum bilindik olayları işte...
sevgiler...

tanım

yağmurlu bir günde, sıkışmış trafikte, kocaman arabaların arasında kalmış turuncu küçük bir tosbayım ben

13 Ekim 2010 Çarşamba

tamamen şemsiye...

Sokak kenarlarında saydam şemsiyeyi indirip öperdi beni. Beni ve kendisini insanlardan böyle saklardı; saydam bir şemsiye ile!


Elleri avuç içimi ısıtırdı.dişleri, gülümsediği anda etrafı bambaşka ışıkla doldururdu. Tüm sokağı dolduran kahkahalar atarken ben, döner ve şımarıkça ve kendinden emin bir tavırla(beğenilen erkeklerin kendine has tavrı) güzel dişleriyle gülümserdi bana. Sonra bir duvar kenarına ani bir hareketle çeker ve öpmeye başlardı beni. Yanımızdan insanlar geçerken bize bakarlardı. Göz ucuyla onları süzdükten sonra(beni öpmeyi de bırakmazdı) şeffaf şemsiyesini indirirdi. Sonra el ele tutuşup yürümeye devam ederdik. Ben bolca gülerdim. Yağmur başlardı. ‘şu şemsiye karşıma çıkana kadar yağmurda şemsiye ile gezmeyi sevmezdim. Aslında ben pek şemsiyeleri sevmedim. Fazla kırılgan bir tavır olarak gelirdi bana hayata karşı. Çünkü ben fazla kırılgan birisiyim, o kadar kırılganım ki bunun anlaşılmaması için şemsiye konusunda bile kompleks yapabiliyorum. Bu şemsiye sokak kenarından alınma, öylesine bir şemsiye değil. Şu gördüğün şeffaf şemsiye var ya… Küçükken çatıdan atladığımda yere yavaşça inmemi sağlayacak o sihirli şemsiyelerden işte. Bunu açtığımda yağmurlu bir havada gökyüzüne rahatça bakabiliyorum. Dudaklarını tatmanın en güzel yerindeyken o pis insan bakışlarına bunu açarak hareket çekebiliyorum. Üstelik yine bizi izlemeye mecbur bırakıyorum. Hem kendini korurken, hem hayatı kaçırmamak olası iş değil! Ama bununla olası işte.şu gördüğün şemsiye sokak kenarında satılan öylesine bir şemsiye değil sevgilim. Bu şemsiye beni çatıya çıkıp atlamamı sağlayacak kadar hayal kurduran, insanların pis bakışlarını fark ettirecek kadar gerçekçi yapan, kendimi korumaya alacak kadar büyüten fakat her şeye rağmen onların arasındaki varlığımı soyutlamayan bir şemsiye bu. Küçükken yağmurlu günlerde şemsiye ile gezen insanların tanrı tarafından görülmediğini bu yüzden bu kadar şikayetçi göründüklerini düşünürdüm. Zaman geçtikçe bunun böyle olmadığını anladım. Anladım fakat o yaştaki bana anlatamadım. Ve 5 yaşındaki o beni ancak bu şemsiye ile ikna edebildim. İnsanın büyürken çocukluğunu kızdırmaması gerekiyor. Yoksa sana tüm hayallerin ihanet ediyor. ‘

Yağmur hızlandı, burnu kızarmaya başladı iyice üşümüştü. Öksürdüm, öksürdü. Bana sarıldı. Çok üşümüştük yağmur üzerimize üzerimize yağdı. şemsiyeyi açtı, insanlar koşarak yanımızdan geçiyordu, yerler çamur içinde olmuştu. Tekrar öksürdü ve tekrar. İnsanlar bize çarpıyorlardı. Yağmur iyice hızlanıyordu, yerlerden sular akıyordu. Korkmuş, yorgun, yılgın insanlar üzerimize üzerimize doğru koşuyordu. Kafamı göğsüne bastırdı. ‘’Şeffaf şemsiyeden yukarı baktığında gökyüzündeki o kürek çeken adamı tekrar görmeye çalış olur mu’’ dedi. Kafamı kaldırdım, kafamı kaldırdığımda şemsiyeye binmiş gökyüzüne doğru kürek çekiyorduk. İnsanlar koşuyorlardı, şeffaf şemsiye bize herkesi gösteriyordu. Oradaki varlıklarını görebilecek kadar yakın, dokunamayacak kadar uzak kılıyordu bizi. ‘Gördün mü bak' dedi. Hızla yukarı çıkmaya başladık.

Uyadığımda miğdemde korkunç bir ağrı vardı. Yanımdaki kovaya kustum. Yarısını doldurmuştum. Yüzümü yıkadım. Şarabı fazla kaçırmıştım, üzerime bir battaniye aldım ve cam kenarına gittim. Dışarıda yağmur gürül gürül yağıyordu. Evet artık yağmurlar hüngür hüngür değil gürül gürül yağıyordu. Bir adam yağmurun altında koşarak arabasına doğru gidiyordu.şemsiyesi kırıldı, suya bastı, duymadım ama ifadesinden anladım ağız dolusu küfür etti yağmura.

Severek, kaçmadan, ait olmadan ama tüm benliğinle var olarak yaşamak…

Sahi var mıdır şeffaf bir şemsiyenin varlığına inanan birisi şu yağmurda?

Rüya dediğin; ellerinin içine dolan, saçlarını ıslatan, seni donduran ama yine de olmazsa olmazın olan gerçeklere karşı şemsiyedir.

Tamamen şemsiye…

12 Ekim 2010 Salı

sevgili mandalina...
nasılsın? ölüyorum hastalıktan. yok lan aslında ölmüyorum ama abartıyda işin içine koyabiliriz. mandalinanın antidepresan etkisi varmış. evet. böyle turuncu ve dilim dilim olduğun için. kışın sobaların üzerine kabuğun konduğu için ya da bazılarınn çocukluk anılarında(şimdi soba mı kaldı desene) böyle bir kaç anı bıraktığın için ya da ya da hastayken annen bir tabak dolusu mandalinayla yanına geldiği için. belki de hiç bir neden olmaksızın isviçreli bir bilim adamının araştırmasına maruz kaldığın için olabilir. ama çok güzelsin ve hasta yatakta ve bir kış gününde arzulanasısın.
haftasonu istanbuldaydım. iyice inanmaya başladım biz kadınların birer ilizyonist olduğunun. peki ya etrafta çocuk yokken ilizyon yapıp buna inanmanın ne gibi bir eğlencesi vardır ki? çevremde beni fazlasıyla kategorilere sokup, yargılayan insanlar var. dost, sevgili, insanlar ve gereksizler. hepsine ardından kıçımdan kocaman bir kahkaha atıyorum. ayıp bu! bilmem ne! gibi kızgınlıklarım geçti. eğer yaşıyorsan kendi değer yargılarına göre insan ilişkilerini şekillendirebilirsin fakat bu karşındaki insandan devamlı birşey beklemek değildir. insanlar ''beni sahiplen'' deyip, beni ''rahat bırak'' mesajı veriyorlar. yanımda iki kız bir çocuk hakkında konuşuyorlar. kız çocuğu çok  üzdüğünü söylüyor. kimsenin kimseyi o kadar üzmeyeceğini düşünüyorum.ilerlemezler o kadar.
tanrı ''yeryüzünde sahiplendiğin sürece hata yaparsın'' dedi.
hastayım ve şimdi bir tabak dolusu mandalina, battaniye ve tv karşına kurulma lüksü yaşayabilseydim.
fakat güzel bir kitaba başladım, güzel bir yolculuk yaptım ve blues festivalini dört gözle bekliyorum.



not:mandalinanınantidepresanetkisiyalan.
öptüm

12 Ağustos 2010 Perşembe

ah neşem yeter!

tıbbın önünde oturup beyaz önlüklü insanları izleyip, teomanın doktor şarkısını bağıra çağıra söyleyip yanlızlığın dibine vursamda sevildiğimi biliyorum :)
tanrı güzel gülmemi sağlayacak güzel insanlar çıkarmaya devam etsin karşıma ve pia...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

yalan mı?

hani küçükken herkes seni seviyor zannedersin. sonra ergenlik çağına girince insanların seni kafanda büyüttüğün kadar da sevmediğini görürsün. sonra birden pat! derin bir bunalıma girersin. fuck of!, hate, kan, öfke ve kin kelimeleri ayrı bir cazibeli gelir sana ve bilindik ''kimse beni anlamıyor çok yanlızım'' tripleri.

işteeeeeeeeeeee bu bunalımdan sonra hayata nasıl geri döndüğünüz ve insanlıkla nasıl barıştığınız çok önemlidir. o sırada uyguladığın tutunma taktiğin senin hayat yolunu belirliyor ve nasıl başlarsa öyle gidiyor.


HAYAT Kİ İÇİNE BATTIĞIMIZ BİR BOK ÇUKURUDUR ASLINDA

ehe şaka şaka :)

8 Ağustos 2010 Pazar

olmadı baştan...
yok hiç olmadı en baştan...
güzel bir müzik çalsa, tam ritmini bulsa ellerim kelimelerle, kelimeler de zihnimle o zaman güzel bir dans çıkar sanırım ortaya.
yazmak dolaşım sisteminizin düzgün çalıştığının bir göstergesidir. 
önce kararsız kalırsınız varlık ile yokluk arasında. sonra gitmekle kalmak arasında. sonra konuşmakla susmak arasında. sonra bir süre sessizliği seçtikten sonra içeriye bir melodiyle birlikte sıcak birşey akar. öyle bir sıcaklıktır ki o an herşey siyah-beyaz olur ve sonra insanlar, nesneler teker teker rengini bulur. onları teker teker siz boyarsınız. bazen ortaya çıkan manzaraya kahkahalarla gülersiniz ve bazende susup ağlarsınız. işte yazmak o an ortaya çıkan manzaraya vermiş olduğunuz tepkinin bir sonucudur. eğer o an o tepkiyi vermezseniz her yeriniz uyuşmaya başlar.
umarım güzel renklere boyarım dünyayı ve güzel cümleler kurarım mandalina kokusu eşliğinde.
 yeni bloga hoşgeldiniz. :)