Translate

24 Aralık 2012 Pazartesi

Mezuniyet ağır vakaymış hele ki senden yüksek beklentisi olan bir ailen varsa. Kalbim sıkışıyor bazen.

bunu dinle ben anlatmıyım

11 Aralık 2012 Salı

9 Aralık 2012 Pazar

İnsana, insan gibi değer verirken yeri geliyor bazen kendinden veriyorsun. Parçanı verdiğin için hassas olmaya başlıyorsun. Yarın parçaları toplama günü. Çok kararlıyım. Ağzına sıçacam senin hassas olup kırılma hali, gör sen!

17 Kasım 2012 Cumartesi

Sonra ile başlayan cümleler kurmak istiyorum hep. Çünkü hep bir şeyler, bir şeylerin sonraları oluyor. . Unutmamak için kelebek olmadan önceki tırtıllığımı yerlerden gözümü alamıyorum. Oradan geldim diyorum. Şimdi daha emin uçabilirim. Ve başlıyorum ''sonra''lı cümleler kurmaya.

Oysa bıraksam kendimi rüzgara, baksam kanatlarımın renkliliğine, uçsam gökyüzünde özgürce... Bir kanat çırpışım bilmem hangi iklimde neler yaratacak kim bilir? Ama ben kasırgalar istemiyorum. Meltemler istiyorum.
Bir Çınar ağacının yaprağına huzura konmak istiyorum.

Bir de bugün bu şarkı (tıkla buraya)  çalsın bulutların arasından dünyaya.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Balık yiyelim. Sonra alıp sandalı denize açılalım balık olalım. Bizi yesinler. Rakı masasında, yanında Müzeyyen abla, bir de hafif tonlu efkar. İlla ki özlensin. Masaya getirilsin cümlelerle uzaktaki. ''Bu balıkta lezzetliymiş hani. Nerden almıştık yahu? Koy götüne bisikleti''

27 Ekim 2012 Cumartesi

Bazen çok takıntılı bir kadın olabiliyorum. İşte o zaman içimi yıkamak istiyorum.Alıp iç organlarımı teker teker yıkasam mesela.

26 Ekim 2012 Cuma

rüyamda beni öpüyordun. nasıl anlatsam bilmiyorum ama gerçekten öptün sanki. hiç bir öpücüğün olmayacağı kadar gerçektin çünkü. sonra uyandım. gerisi karanlık, karanlık korkusu, yeryüzü falan filan...

7 Ekim 2012 Pazar








Çınar'dan çok bahsetmek istemiyorum aslında. Sevgili anlatılmıyor. Rüya gibi... Gördüğün rüyayı ne kadar anlatırsan anlat, bir türlü karşındaki insan senin kadar heyecanlanmaz, etkilenmez ya heh sevgili de böyle bişi olsa gerek.

Her neyse...


Biz bu yaz bir hayal kurmuştuk. Bir yolculuk yapalım diye. Son sınıfımıza başlamadan huzurlu dolalım diye. Meğer bozcadayı tanrı bunun için yaratmış. Şarabı, sokakları, evleri, acı badem likörüyle sunulan kahveleri, kafeleri... Tam bir huzur cenneti. Bir de yanımda Çınar olunca tabi bambaşka oldu.

Dün döndüğümde rüyadan uyanmış gibiydim. Şimdi bu rüyayı nasıl anlatsam bilmiyorum. Ama siz gidin iyisi mi? Gezin. Talay, Çamlıbağ şaraplarından için, bisikletle sokaklarını dolaşın, rıhtımda acıbadem likörüyle ikram edilen nefis kahvesinden için, sokaklarında fotoğraflar çektirin, Lisa'nın muhteşem bitki çaylarından için, esnafıyla sohbet edin, alışveriş yapıp kese kağıtlarıyla pansiyonunuza dönün...

Çınar'a gelince hayallerimi gerçekleştiren kahramanda bana kalabilir :)


26 Eylül 2012 Çarşamba

Kararsız-ağlak alıcının alışveriş günlüğü

Kararsız bir alıcının daha beteri bence duygusal ve kötü bir gününde olan bir alıcı olmalı sanırım. Burada alıcı ben oluyorum.
 Ayakkabı mağazasına girdim. Aradığımı söyledim. Denedim. 36 numara biraz ayağımı sıktı. 37 si yoktu.  ''37 yok mu?'' derken gözlerim doldu. Sonra sohbete başladık. Nerede okuyorsun cart curt. Hem gözlerim nemli hem kahkaha atıyorum. Sonra ''karar verip tekrar geliyim'' dedim. Çıktım. İskeleye indim. Telefonum çaldı. Ağladım. Yok abicim ben böyle ağlak kadında değildim. İyice sinirlerim bozuldu benim.
  Neyse..
  Tekrar döndüm. Başka ayakkabı denedim. Ayağıma ayakkabıyı denetirken. ''Neyin var senin?'' dedi. Hoba ben yine başladım ağlamaya. ''Sen burda dur. Ben müşteriye bakıp geliyorum'' dedi. Anlayacağınız iyice müşterilikten çıkıp kankalığa bağladık. Geldiğinde ben hala kararsızdım. Sonra biraz sohbet ettik.  ''Ben yarın tekrar gelip alıcam'' dedim.Bence öyle bişey yapmayacaktım.
Çıktım.
 Nefes aldım.
Başka yerleri dolaştım.
 Geri döndüm.
 ''Sanırım o ayakkabılar bana olmuştu di mi?'' dedim.
Aldım.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Mavi Kuş

Sana seslendim. Hatırladın umarım kendini. Mesela ben bazen bazı yerlerde unutuyorum da kendimi. Belki sende unutmuşsundur diye şey ettim. Mesela geçen gün bankada gişede unutuvermişim kendimi. Eve geldim döndüm, dolaştım. Yokum. Öyle gişede kaybolmuşum. Dalmışım orada gelecek rüyasına. Evin parasını denkleştirememişim. Hatta kariyer peşinde koşturmaktan sevgilimle ilgilenememiş terk edilmişim.
 
   Ben kulaklarıma mandalina yaprağı takmıyorum. Ben kulaklarıma vişne ya da kiraz yaprağı takıp gezen kızlardan da hiç olmadım zaten. He mahallede top peşinde koşturan o çocuklardan da değildim. Mahallemde yaşıtlarımda yoktu. Yalnız bir çocuktum anlayacağın. Sanırım ablalarımda yaşım küçük olduğundan beni oyunlarına almıyorlardı. Alsalardı da fasülyeden sayıldım. Bu yüzden küçükken oyunlarda fasülyeden sayılan çocukların gizli örgütünün başkanıyım. Bu hareket giderek büyüyecek efendim. İşte yine dağıldı konu. Ben yalnızlığımı mandalina yapraklarıyla kapattım. Yapraklarla mahrem yerimi kapatmak ademle havvadan kalan alışkanlık. Hayal ettim...

   İlk sohbete başlayalı 1 yıl olacak. Ama sizin bilmediğiniz bir şey var efendim. Sizi 2 yıl önce şenlikte gördüm. Baktım sana uzaktan uzun uzun. Işığın var sanırım. İnsanı alıyor bazen içine. Sonra aklımda Amelie sahnesi canlandı. Evet gizli gizli... Sonra sevgilin geldi boynuna sarıldı. Ve hikaye bitti.

  Senin sohbetlerini özledim azizim.

  Kış geliyor. Bu kış sert geçmesin. Ama geçerse bana oralardan mahrem yerlerimi örtmem için mandalina yaprağı yollar mısın?

 Ege ve Akdeniz. Yanyana... Karışmadan... Yıllar boyunca.

Bu şarkı ne zaman çalsa. O günün mutluluk kokusu hala burnumda. buraya tıklayınız :)

31 Ağustos 2012 Cuma

diliyorum

Sevgili Dünya Barış Günü,
Bugün insanlar sabahına güzel uyansınlar. Mesela hala kin tutmamanın aptallık olduğunu düşünerek değil. Kelimeler güzel anlamlara çıksın. Kahvaltı masalarında huzursuzluk yaratan cümleler kurulmasın. Haberler iç karartmasın.
Mesela bugün kadınlar dayak yemesin, mesela bugün cinsel tercihleri yüzünden insanlar ötekileştirilmesin-öldürülmesin, mesela cinsel tercihleri farklı her insanın seks kölesi olmayacağı farkedilsin, mesela her dilde, dinde, ırkta gökyüzünün aynı gökyüzü, çocukluğun aynı çocukluk olduğu ve bu durumların yetişkin olmakla, karada yaşamakla değişmeyeceği anlaşılsın.
İnsanlara sevmeyi öğretsek. Güvenerek, cesaretle sevmeyi. Sevmenin, affetmenin, saygı duymanın daha cesaret istediğini ve gece yatağına uzandığında uykuya huzurla göndereceğini anlatsak.
Bugün insanlara anlatsak, bugün insanları dinlesek, bugün ötekileştirdiğimiz ne varsa dinlesek-anlasak.
Sence de güzel olmaz mı?
Ben inanıyorum.
Hala...


27 Ağustos 2012 Pazartesi

beni iyi niyetinle dinle ve anla

  Önce geç otur şöyle. Kendini sorguladın mı bilmiyorum ama ben sorguladım. Sorgulamam arasında senin iyi bir insan olduğun, bana öğrettiğin güzel şeyleri düşündüm. Mesela gece korktuğumda koluna yapıştığımda bana verdiğin güven duygusunu, beni sıkılmadan saatlerde dinlemeni ve pek çok şeyi. Güzel bir son düşündüm ikimize. Bitti dedim. Bittiyse güzel bitsin. Söylensin, iyi niyetler ve dilekler sunulsun. Yoksa ben insanın doğum gününde laf sokmaya çalışacak bir insan değilim. Hala sorguluyorum kendimi. Böyle bir anlam içeriyor muydu? diye. Çünkü amacım bu değildi.

  Ama haklısın. Ben insana laf sokmak için pusuda doğum gününü bekleyen, laf arasında laf sokuşturan bir insanım. İnsanın özel günlerine özel sorunlarımızı sokacak kadar saygısızımdır üzerine afiyet. Öyle başka zamanda bunları söylemem. Pat doğum gününde söylerim. Samimi(yetsiz)ce ''iyi seneler'' diyemem.

Ama bence bir düşün sen. İçimde sana karşı kin olsaydı başka zamanda söylerdim bunu. Laf arasında sokuşturmaya çalışacak kadar kaçak güreşmem.

Sadece GERÇEKTEN iyi niyetle son dileklerimi sunmaktı amaç. Kötü konuşacaksam bir insanla konuşmam zaten. Bu kişi hele ki bir eski dostsa.

  Sen bu sonu beğenmedin. Başka bir son yazdın. Bence bize yakışmayan bir son. Bence mesajımı tekrar oku. Bizi düşün. Benim karakterimi herşeyden sıyrılıp bir düşün. Hala kötü niyet görüyorsan tamamdır.

Hoşçakal.


Not : Bu teşekkürün anlamını duymayacak olsan da bunu bir köşeye koyuyorum
''her şey için teşekkürler''.
Not 2: madem iletişim bu oldu kendimi böyle ifade etmek istedim bilmem anlar mısın?

Son cümlelerim Murathan Mungan'dan gelsin sana:

''iyi ol, sağ ol, uzak ol.
 ama bir daha görme beni''

20 Ağustos 2012 Pazartesi

ufuk çizgisinde büyük harf yok.


buralarda eller çalışmıyor. beynin verdiği komutlar eşyaları ve daha pek çok şeyi hareketlendiriyor. mesela şu an kaleme dokunmadan bu cümleleri yazıyorum. işte bu yüzden kurduğum her cümle birazcık eksik. ellerimizin yazarken bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum.önemli olan hayal gücü derdim bana sorsalar. hatta işin içinde ellerim olmasa yazılarımda kendimi daha iyi ifade edeceğimi, düşündüğüm her şeyin direkt kağıda aktarılmasının benim için avantaj olacağını söylerdim ama yok malesef öyle olmuyor. her bir harfi hissetmeden ve ellerini yormadan; hikayede tam olarak ''sen'' olamıyorsun. ellerim kıpırdamalı, teker teker sevmeli hayal gücünden çıkan harfleri kağıtla buluşmadan önce. yoksa yazım, ııh. cık!.. nasıl desem sana? heh! ellerini sevdiğinin vücudunda gezdirmeden, onu okşayıp sevmeden,  nasıl sevişirsen işte ellerini kullanmadan yazmakta o kadar hayvani.

neyse efendim...

burası ufuk çizgisi. hayallerinin yanında olduğu nokta.  güneş uçurtmam, deniz yuvam ve yine de ben kumsaldan burayı izlemeyi çok özlüyorum.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bir Sana Bir De Bana


Canım Alfred,
Sabahları geç kalkıyorum yine. Yazın sabah güneşi yatağımda. Aklımda kış mevsimi, beynimdeki yapraklar çoktan kurumuş. Birden oluyor. Birden deliriyorum. Birden yalnızlaşıyorum. Birden yalnızlığımda özgürleşiyorum. Sabah uyandığımda saçlarımın arasındaki ter damlalarını hissediyorum. Yatağımla lavabo arasındaki mesafe sabahları daha uzak oluyor. Biliyor musun? Rüyamın ortasında uyanıp, tuvalete gidip geri uykuya daldığımda rüyamda kaldığım yerden devam edebiliyorum. Bundan sonra iş görüşmelerinde yeteneğimi sorarlarsa bunu söylemeyi planlıyorum. Sen ne dersin? Kim yapıyormuş ki başka hem hı?
 Bir bebeğim olsa diyorum Alfred. O kadar zor mu sahiden ebeveyn olmak merak ediyorum. Babası olmasın ama. Taşlar olmasın yolunda. Bulut mavisi bir odası olsun. Tavanında bulutlar olsun. Beyaz bir de beşiği olsun.  Kucağımda mevsimlerin penceremizden geçişini izleyelim. Büyümesin, en fazla 3 yaşında olsun mesela ömrü boyunca. Penceremize bahar mevsiminde çiçek koyalım. Ona hikayeler anlatayım. Birlikte çiçeği sulayalım…
Sonra kelimelerden sen çık. Gel sev onu.  O uyurken karşısına geçip uzun uzun izleyelim. Deliliklerimizle her daim bebekliğe ve babasızlığa mahkum ettiğimiz bebeğin nefes alışverişini dinleyelim. 
 ‘Biz özgürlüğü paylaşıyoruz’ demiştin ya bana özgürlük paylaşılmaz kanımca. Ama varlığın delirmenin katlanılmaz noktalarını çekilir kılıyor.
Bebek uyanacak birazdan sütünü ısıtmalıyım. (hemen yaptım bile onu, sadece sen ve ben göreceğiz sessiz ol) 
Alfred beni yalnız bırak ama yanımdan hiç gitme tamam mı?
Uyandı bile!
Hoşça kal.

24 Temmuz 2012 Salı

sıcaktan buharlaşıyorum

 Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
 Rüyamda bir türlü geçemediğim dersimden  tekrar kalıyordum. Kendimi teselli etmeye çalışıyorum olsun canım diye. Ama alttan alta da tırsıyorum hadi mezun olamazsam seneye de veremeyip diye.
 Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
Sabah uyandığımda başım inanılmaz derecede dönüyordu. İki oda arasını zor geçtim. Bir yerlere tutuna tutuna. Yatağıma sabah güneşi vuruyor. Sabahları nasıl bir işkenceye döndüğünü anlatamam.
   Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
  İnsanların birbirlerine söylemedikleri şeyleri laf sokuşturma şeklinde söylemelerini sevmiyorum. Korkaklık gibi geliyor.
  Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
  Sabah uyandığımda yerleri üç kere sildi. Bir de anlamsız derece de sürekli söylendi. Şanssızlığından falan dem vurdu. Biliyorum hayat ona tüm istediklerini de sunsa huzurlu olamayacak. Bazı insanlar böyledir. Neden yaşadıklarını bilmezler. Kaç yaşına gelirlerse gelsinler ne kendisini ne de çevresindekilere ağız tadıyla bir huzurlanma yaşatmazlar.
  Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
  Alınganlaştığımda doğrudur benim ama insanları da anlamaz oldum. O kadar mı vurdum duymaz olucaz bencilliklere?
  
Uzun uyku, şişmiş yüz, yanaktaki yastık izi, enseyi terleten sabah güneşi.
  Saçmalıklarla da başlansa güne yine de gülümseyebilirim  mesela Tibet Yogası var.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Cümlelerim aklımda hızla dönüyor, karışıyor sonra beyaz kağıdı oluşturuyor.
Ben ve mektuplarım.
Bir de keşfettiğim Eski Bando grubu var.
Akşam Güneşinin dokunduğu her şeyi güzelleştirmesine ne dersin?


Kendime Not: İstanbul'a gittiğinde Eski Bandoyu dinlemeden dönme.

sen de dinle bence buraya tıklayarak başlayabilirsin mesela.

1 Temmuz 2012 Pazar

Arz- Talep Dengesi














3 yıllık öğretim hayatımda iktisatı, bazıları teorilerle, bazıları grafiklerle ve pek çok işkence yollarıyla beynime şırıngalamaya çalıştılar. Çok parlak bir öğrenci olmasam da bölümümün hakkını vermeye çalıştım . Ancak akademinin soğuk yüzü bölümüme karşı hep mesafeli durmamı sağladı.
Ama yine iktisat bilimini hissetmeyi seviyorum. Çünkü dokunduğunda nabzının atışını hissedebilecek kadar yaşayan bir bilim.
Bazen elimi bileğine götürüp nabzını yokluyorum; sıcakta uyutulmaya çalışan bebeği,'' abla eksik koymuşsun biraz daha koy istersen'' dürüstlüğünü,küçük kızın annesine yardım etmesi bahanesiyle oynadığı evcilik oyununu, annenin  çocuğuna sıkı sıkı tembihlediği ''elimi sakın bırakma kaybolursun'' telaşını, eve el kol dolmuş bir şekilde dönmeyi duyuyorum.
Mutlu oluyorum. O soğuk yüzün set koyduğu engeli bir nebzede olsa aşıyorum..

İktisat insan için vardır. İnsan olmadan iktisat biliminin varlığından söz edilemez. Bu yüzden iktisat bilimini anlamak içim teoriler, grafikler, teorisyenlerden öte insanları anlamak gerekir.


Not: İktisatın sıcaklığını hissetmek için Amartya Sen'in kitapları şiddetle tavsiye edilir.

23 Haziran 2012 Cumartesi



Mutluluk  anlatılmıyor. Ya da benim melankoliyi seven cümlelerim mutlu olunca saklanıyor. Bilmiyorum... Uzun süredir yazamıyorum ama onu biliyorum
Biriktiriyorum ben de içimde. Bir gün kelimeler akıp gidecek. Paniklemenin anlamı yok yani.

Şimdilik mutluluğu doya doya içiyorum.
Şerefinize.


Bu şarkıyı da buraya bırakıyorum.


21 Haziran 2012 Perşembe

21 Haziran ve Zeki Demirkubuz Hatırası



  Çınar hatırlattı bugün gece ve gündüzün eşitlendiğini. Sevindik ikimizde. Ama yanlış hatırlamışız gündüzün geceden daha uzun olduğu günmüş bugün. Aslında ben de öyle biliyordum ama Çınar deyince inandım.
İnsan sevince inanıveriyor hemen ne yapsın?
Geçen sahilde güneşleniyorum. Bana kakao yağı sürersem güzel bronzlaşacağımı söyledi. (Bronzlaşamak istemiyorum bu yüzden 17-18:00 saatlerinde denize gitmeyi tercih ediyorum. Bu güneş ışığı iyi kalpli değil çünkü.) ''Ben de evet biliyorum. Bilmem ne ağacının yaprağını da sürüp güneşlenirsen teninin rengi yeşile dönüyormuş'' dedim o da inandı.Sahilde o kadar güldüm ki insanlar dönüp baktılar. Hem çok komik geldi hem de çok hoşuma gitti bu kadar saçma sapan bişey söylediğim zaman bile bana inanabilmesine.

AYRICAAAAA:

Bak ben bugün  ne buldum:





1. sınıftaydım o zaman. Zeki Demirkubuz bizim okula söyleyişiye gelmişti. Sonra Sinema Topluluğu olarak misafirimizle birlikte Tophane'ye gidip  sohbet etmiştik. Sinemadan, Bursa'dan, insanlık hallerinden... hemen hemen her şeye dokunmuştuk sohbetimizde. Onunla sohbet etmek satranç oynamak gibiydi. Vereceğin cevabı bile bile karşısındakini doğru analiz edebilmiş mi diye sorusunu soruyordu.İnsana dair her şeyi çok iyi çözümlemişe benziyordu.
 Bir olayı anlatırken dikkat ettiği ayrıntılar,  filmlerinin başarısının nedenlerinden bir tanesini ortaya koyuyordu.

Uzun lafın kısası uzun bir süre sonra (3 yıl kadar) bu fotoğrafa rastlamak, o geceyi anmak, o gece kadar güzel oldu.

Yağmurlu Antalya'dan sevgiler.

Buyrun bu da  ''Masumiyet'' filminin en baba sahnelerinden bir tanesi





15 Haziran 2012 Cuma

Kaybolana

Nereye kaybolduğunu merak ediyorum. Gelsem bulur muyum acaba seni. Sokaklarda koşabilirim, nefes nefese kalabilirim, yorulabilirim. Sonra geçip o kafeye senin gelmeni bekleyebilirim. Sen gelmeden neskafeni söylerim. ''Vişne suyumu o gelince alacağım'' derim.
Kahven soğumadan gel.
Beni korkutmadan gel.
Öldüğüne inanmadan gel.

GEL!

11 Haziran 2012 Pazartesi

Haziran yazısı yazmak istiyordum. Oturup yazmaya fırsatım olmadı. Oturunca da anlamını nasıl anlatacağımı bilemedim derken şimdiye kadar durdum.

 Çok özel ve anlamlıdır kendisi benim için. Haziran ilerledikçe, zamanda aktıkça anlattıracak bana her güne yeni bir kelime ekleyerek.

Çınarla terminalde vedalaşırken sanki bir daha kavuşamayacakmış gibi ağlamamıza ne dersin? Otobüse adım attığım andan itibaren özlemeye başladım kendisini.

Haziran diyorum: Doğuyorum ben bu ayda. Sonra biliyor musun? Ya birileri giriyor hayatıma ya da birileri çıkıyor hayatımdan, büyüyorum bildiğin. Sonra sınav sonuçlarımı üçbuçuk atarak bekliyorum. Seviniyorum falan.

Alanya'ya geliyorum. Sahilin dolup boşalmasını izliyorum. Terle uyanıyorum. Annem tarafından hazırlanmış kahvaltıya oturuyorum. gece gördüğüm rüyayı anlatıyorum mıymıy. Ve ve ve ve annemin birbirinden güzel yorum kabiliyetiyle güne merhaba diyorum.

Bugün dolapları temizledim. Temizlik iyidir. Çöp kutusu gereksizleşmiş eşyalarla doldukça rahatlarsın. Güzelce bir kitabım ve playlistim beni bekliyor. Böyle hakkını vereceğim Haziranın.

Hakkını vere vere yaşayacağım seni.

Bu da benden Haziranda terminal vedalaşmalarına ve gözyaşlarına

zort!

Gaza getiren insanlardan daha çirkindir gözümde gaza gelen insanlar.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Sınavlar var. Sanırım üniversite hayatımın en stresli dönemi oluyor şu sınav haftaları. Hele 2. dönemin finalleri beni çok korkutuyor. Nilgün Marmara'nın o güzelim cümlesi geliyor aklıma böyle zamanlar da, kendimi cümlesiyle özetliyorum:

''paniğini kukla yapmış hastalıklı bir çocuğum ben''
Bir başkasının cümlelerinin seni özetlemesi yazmanın mucizevi bir sihir olduğuna inandırıyor mu sizi de?

Karmaşık ama bir o kadar düğümlerin teker teker kendi kendisine çözüldüğü bir dönemden geçiyorum. İyi ki...
Kapanıyorum, açılıyorum, gökkuşağı açıyorum.
Bir de insan  çalışma masasında ders çalışırken yazıyor. Çalışmak dışında herşeyi yapıyor, düşünüyorsun. Sorguluyorsun, susuyorsun. Birde gökyüzünün de değişen ruh hallerinde size eşlik ettiğini görüyorsan o çalışma masasında of of :)

Buyrun bir saat içinde çalışma masamın penceresine yansıyanlar:








sevgiler...
:)



18 Mayıs 2012 Cuma

Şehre bakıyorum. O bana bakıyor. Şehrin ışıkları içime doluyor. Bir şehri sevmek... Bir adamı sevmek... Anlatıyorum. Kırgınlıklarımı, her şeyi. Sanki ona anlatayım da o da bana sonunda sarılsın diye kırılmışım şimdiye kadar gibi hissediyorum. Ona sarılınca tam kalbinin hizasına geliyorum. Sarılmamız boyunca kalp atışlarını duyuyorum. Onun kalp atışıyla benim kalp atışım birleşince Dünyanın en güzel melodisi çıkıyor. Ben onunla spermden bebekler, tohumdan ormanlar yaratıyorum her gün. Baktıkça çoğalıyorum, yaşamı içimde çoğaltıyorum. Kokumuz birleşsin her sokak başına sinsin.

29 Nisan 2012 Pazar

Selam, şu günlerde günler çok keyifli.
Mesela bir bahar gününde yapılan yürüyüşte sevgiliyle başımızın üzerinden geçen 100 küsur kuşu görmek gibi.
Mesela kuşların kanatlarının altını dolduran rüzgarı hissetmek gibi.
Mesela Tiriye'de küçük bir pansiyonda kalınan odanın balkonundan sahili izlemek gibi sonra sevgiliye şarap şişesini kaldırıp şerefine diye şaraptan  yudumlamak gibi.
Mesela gözlerine bakarken gözlerinin dolması gibi.
Mesela sarılırken sonsuza kadar öyle kalmayı dilemek gibi.
Mesela sonsuza inanmak gibi.
Mesela sabah uyandığınızda içinizi dolduran ''günaydın''ı duymak gibi.
Mesela bir Çınar'ın gövdesinde dinlenmek gibi.
Mesela sevmek gibi, sevilmek gibi.
Belki de aşık olmak gibi.

24 Mart 2012 Cumartesi

Yabancı mı?

 ''İnsan kendisine kendisinin varlığını nasıl kanıtlar ki?''
Gökyüzünden kuşlar geçiyor. İnsanların arasından bisikletle geçiyorum. Sevgilime bakıyorum. İnsanlar bana bakıyorlar. Sevgilime bana çok güzel bakıyor.
''Ben?''
Ben orada var olduğuma şaşırıyorum. Ben bugünlerde var olduğuma şaşırıyorum esasen. İnsanlar bana baktığında mesela ''Merve'' demelerine. (Özellikle bana Çınar bakınca. Öyle güzel bir insana nasıl bakılır ki? . ) Hani bazı filmlerde olur ya ölüsündür. Kimse seni görmez, bilmez, sen aralarından geçersin. Sanki öyle ölmüşümde insanların beni görmesine şaşırıyormuşum gibi şaşırıyorum. İşin doğrusu hiç doğmamış bir ruhmuşum gibi...
Mutsuzluk içinde yazmıyorum bunu belki son günlerde gereğinden fazla ''var olduğum'' hissettirildiği için söylüyorumdur.

Eskiden de olurdu bu sorgulama örnek vermem gerekirse:
- Mesela janset ve ilayda ile kardeş olup birbirimiz olmadan yaşamayacağımıza şaşırırdım.
- İlkokulda hoca sınıfta metni okuturken simgelerden sesler çıkarmama şaşırırdım.

Ama yazmak iyi geliyor. Varlığımı kanıtlıyor gibi.
Not: Çınar içime siniyorsun :)

14 Mart 2012 Çarşamba

Özge içerde Gülsevim'in odasını topluyor. Semat, Özge ve ben güzel bir kahvaltı yaptık. Tanrı fotoğrafımızı çekse diyorum böyle anlarda. Ama Çınar'ın da dediği gibi ''hafızamız tanrının bize verdiği fotoğraf aslında.'' . Hiç beklemediğin bir anda aklına bir görüntünün gelmesi bunun kanıtı değil mi zaten?

Neyse bu şarkıyı da buraya bırakıyorum. Nilay geliyor. Kahve yapacağız.

4 Mart 2012 Pazar

Lütfen duygularımın kelimelere, kelimelerinde cümlelere dönüşmesine izin ver tanrım. Güzel hikayelerle doldurmak istiyorum şu günlerde kafamın içini. Güzel kahramanlar yaşasın beynimde. Gözlerimde Güneş açsın. Kahramanları ısıtsın.
 Beni duyuyor musun tanrım?
Yeryüzündeki bir yansımana her geçen gün biraz daha aşık oluyorum. Ona sarılıp ağlamak istiyorum. Sonra susup göğsünde uyumak. Beni sana ulaştırsın istiyorum. Mutlu oldukça insanları mutlu etmek bir de. Lütfen izin ver.
Varlığına inanmak istiyorum.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Fasülye

Sonra yürüdüler, Öndekiler yani. O arkada kaldı, Ellerini cebine soktu(fotoğraflarda ellerini nereye koyacağını bildiğinde güzel çıkarsın.eller güvenin kaynağıdır.o an orada ellerinin kaybolması gerekiyordu) hava soğuktu, Marmara soğuğu içine işliyordu. Yanından anne kız geçti. Annelerin çocuklarının kaç gram doğduğunu unutmaması ona hep mucizevi gelmişti.
Hassasiyet?
 "Seni seviyorum, bir annenin çocuğunun kaç gram doğduğunu bilmesi gibi hem de" diyeceği birilerini aradı.
Arkada kalmıştı, Kimseler yoktu etrafında. Öndeki kalabalık tanıdık yüzlerdi sadece.
Kimseler yoktu.
Yalnızlık?
Hava soğuktu, Elleri yoktu. Küçük bir çocuğu durdurup ''beni bir pamuğun altına hayat bilgisi deneyinde ek'' demek istedi.
 Kimseler yoktu ve elleride tabi ki.
O gün fasulye orada bir mektup yazdı, cümlelerini rüzgara saldı elleriyle birlikte. Bir pamuk bulsa büyürdü belki, küçücük kaldı.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Ben bugün Çınar'ın kalbine dokundum. Kalp atışları hala avucumun içinde. Bundan sonra avuçladığım herşey bir kat daha güzelleşecek.
:)

18 Şubat 2012 Cumartesi

''olmuyorsa olmuyor''

Bazen hayatıma bazı kelimeleri ve ya cümleleri sokuyorum. Joker gibi. Tam sıkıştığım bir anda söylüyorum anı ve ya kendimi kurtarıyorum.
''öyle işte''
''hayat''
bunlara örnek olarak gösterilebilir. Son zamanlardaysa sorgulamaktan yorgun düşmüş beynimin joker olarak bulduğu yeni bir şey var:
''olmuyorsa olmuyor'' Kabullenen bir tavrı var bu cümlenin.
Kabullenmek rahatlıktır. Rahatlıktan öte erdemmiş.
Sevgiler...

28 Ocak 2012 Cumartesi

ters oran

Kadının şişesindeki alkol azaldıkça gözyaşları artıyordu.

27 Ocak 2012 Cuma

siz bilmiyorsunuz! ben. yani çocuk kadın. büyümeyerek hayata hareket çekiyorum.

23 Ocak 2012 Pazartesi

''korkma bu gece gökyüzü dantel gibi''

Karanlıktan çok korkarım ben. Kaçtığım her şey gelir yanıma, yatağımın her tarafını doldururlar. Işık dolunca odaya kaybolurlar teker teker ya da yanımda ışıklı biri yatınca. Kafam karıştığı günler kabuslar içerisinde uyanırım gecenin orta yerinde uykudan. Sonra karanlıkla burun buruna gelir hava aydınlanana kadar uyuyamam.
Hayal ediyorum bazen. Kabuslar içinde uyansam yine gecenin orta yerinde uykumdan. İçeriden tıkırtılar gelse. Sese gitsem. Sevdiğim adam kendisini kaptırmış bir şey üzerine çalışıyor, düşünüyor olsa. Kapıya yaslanıp ona baksam. odada hafif bir ışık olsa. Sonra kapıya yaslanmış beni fark etse. Gülümseyip bana ''ne oldu korktun mu yine'' dese ben de uyku mahmurluğu, kabusun telaşıyla başımı sallasam. Gidip güzel bir müzik açsa, koltuğa oturup ''gel yanıma'' dese. Başımı dizlerine yaslasam. Üzerime battaniye örtse. Saçlarımla oynamaya başlasa, ona gülümseyip gözlerimi kapatsam.
''Ölsem, eksiksiz ölürdüm.''

tık

15 Ocak 2012 Pazar

Mızıkam benim canım, notaları canımın çekirdeği. Yaşadığımı unuttuğumda nefes alıp veriyorum ona ve bana '' yaşıyorsun, bak çokta güzel yaşıyorsun'' diyor.

Bir zamanlar pia yaşıyordu.

Ve ellerimizin poşeti tutma bahanesiyle ilk buluşması  fotoğraf karesine yansıyordu. Utanıyorduk.Çocuk gözlerimizde ışıltılar. Nasıl anlatmalı? Anlatılmayacağına inanıyorduk. Biz o an'a o fotoğraf karesinde hapsolup, eksiksiz ölüyor, sonsuza kadar yaşıyorduk.

10 Ocak 2012 Salı

8 Ocak 2012 Pazar

Zerdaliler

''benim bencilliğim yüzünden hiç hak etmediğin bir şekilde kendini suçladın, hatta bazen nefret ettin kendinden. görmemezlikten geldim yine bencilce davranarak. yok saydım. özür dilerim ''


Fidel...
Varmışsın bir zamanlar,
Ellerin kuşmuş,
Saçlarıma dokunmuş,
Kalbime kanadından bir tüy düşmüş,
Onu mürekkebe batırıp, seni kelimelere dönüştürmüşüm.
Sonsuza inanmışım.
Varmışsın bir zamanlar,
Suya masallar yazdırmışsın.
Sonra yitirilmiş bir ezgiye dönüşmüşsün.
Kendimi suyun altına atmışım.
Bir hayli nefessiz kalmışım.
Bir telaş yüzeye çıkmışım,
Nefes almak artık hediyeymiş
Mutfağımda,
Yalnızlıklı kek yaptım fırında
Gözyaşılı ve gülücüklü bir kahvede yanında
Eksik bir şeyler vardı ama tatlarında.
''Affetmek' i ekledim hemen kek hamuruna
Şimdii..
Geçmiş, geçmiş,
Kekim bak nasılda  güzelleşmiş,
Gel sen de ye,
Ellerin artık dostum.
Küslüğümüzü de  şu saatten sonra bozdum.
'Unut geçen eski günleri bunca yıldan sonra nasılsın?''



7 Ocak 2012 Cumartesi

Mavi Kuş

Kanatların, odandaki mumların ve perdelerin hep açık olsun olur mu bana? ''Hep'' yoktur biliyorum ama ''olur'' dersen inanırım buna. Ayrıca limanda şarap içmek kutsaldır.Dalgalanıp durulmak gibisi var mı?  Peki ya yağmurun yağışını görmek sokak lambalarından seni dinlerken( buna bazen inanmasanda)? En güzeli de sohbetin sonrası ağzımda kalan tat...
Limanda şarabını yudumlarken; uzaktan geçen gemileri izleyip, gitmeye niyetlenmek. Attilla İlhan'ın dizelerini duyup, martılarla çoşup, denizin tuzuyla karışmış rüzgar saçlarına karışırken derin bir nefes alıp gidememek ve gidemeyeceğini bilip yine de inatla her gemi geçişinde gitmeyi hayal etmek gibi... Beni anlıyorsun değil mi?
 Uzun lafın kısası efendim teşekkür ederim.

Gecenin anısına bu da benden sana.(Tıkla)

Not: Karanlıktan korktuğum için salonun lambasını açtığını yeni fark ettim, bu cümleleri yazarken yani. (Bazen oluyor bana bir cümlenin, bir zamanın tam ortasında anlayamadığım şeyler sonradan anlamlanıyor. Beni ne yapmalı? Belki de gemilerle göndermeli...)

4 Ocak 2012 Çarşamba

Sevgili sevgilim...
uzun süredir hiç bir mektubum böyle başlamıyor. Başlasında istemiyorum aslında. Sana özel ve güzel cümleler biriktiriyorum. Sana ulaşsın o mektup istiyorum, sadece sana. Bu yüzden bir süre daha beklemesi kafidir.
 Saçlarımı uzatıyorum sonra. Dizlerinde daha güzel dağılsın, ellerine yakışsınlar diye. Güzel melodiler dolduruyorum kalbime sen geldiğinde daha güzel yerleş diye. Yalnızlığa dair uzun uzun düşünüyorum yollarda, ellerimi kış günlerinde biraz daha üşütüyorum. Geldiğinde avuçlarının içinde yavaş yavaş ısınsınlar ve sokaklarda en kalabalık hallerde yürüyelim diye. Şimdi sen bilmezsin beni, ben de seni. Bazen okuduğum güzel bir cümlede, dinlediğim güzel bir melodide ya da şahit olduğum güzel bir manzarada heyecanlanıp seni arıyorum. Bazen konuşuyoruz da. Ama farkedemiyoruz.
 Kafanı gelmeden önce istediğin kadar karıştır ama bana geldiğinde ne istediğini bil olur mu? Ben seni beklerim, hep beklerim hem de. İstediğin zaman gelme özgürlüğüne sahipsin yanıma. Sadece ne istediğini bil ve güç topla. Cıvıltılı bu parka bazen kış uğruyor çünkü. Bunu da unutma. Ve senin bütün kışlarında seve seve kalırım. Sadece istediğim şu soğuğunda beni öldürme.
Şimdi her şey bir köşede birikiyor, seni bekliyor.
Uzun lafın kısası ''bekliyorum, öyle bir hava da gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.''
Sevgiler
Sevgili sevgilin

Senin için bu pakette aç istersen :)
yazmak istiyorum. birde başımın üzerine oturan dünya kalksın. fena ağrı yapıyor.