Translate

27 Kasım 2011 Pazar

Komşu candır! (13 like, 4 paylaşım, 4 yorum)

Uzun upuzun süredir Görükle'de hissetmediğim bir şeyi hissettim bu gece ''komşuluğun huzurunu''.
Çok yorgundum. Bırak yeni insanlarla tanışmayı, şuradan şuraya kıpırdayacak halim yoktu denebilir. Sonra kıramayacağım bir dostum aradı beni. Yan komşularına gidilecekmiş. Ev arkadaşları gelemeyeceklermiş , gelebilir miymişim? Nereye giderim ki bu halde? Sonra ısrar ısrar olunca. ''bak yarım saat oturur, kalkarız'' cümleleriyle yola koyulduk. Ama gel gör ki Bursa'ya geldim geleli hiç tatmadığım güzel bir huzura gebeymiş bu gece. 4 saat oturduk!
 Çayların gelişi, ev sahiplerinin bizi eşofman yerine özenilmiş kıyafetlerle karşılaması, ikramları, çay ardından gelen kahveler, onların güzel sohbeti... Nefes almadan değil  noktalı, virgüllü, sakin sakin hayata dair düşünceleri paylaşmak. Ortak noktalarda mutlu olmak, ayrılan noktalarda saygı duymak.

Ağzımda, ağzımızda çok güzel tatlar kaldı. Bunlar güzel ikramların ve en çokta güzel sohbetin tadıydı. Nasıl denir? (arkadaşımın yerine de konuşmak istemem ama)

''Bize de bekleriz efendim''

23 Kasım 2011 Çarşamba

Mavi Kuş'a

Mavi kuş,
Sen bana Jüpiter'i öğrettiğinden beri, ne zaman karanlıktan korksam, ruhumu bir salıncaya bindirip ona ulaşıyorum.
Uçmadan bir saniye öncede senin Jüpiter'i gösterdiğin parmağını ve yanımdaki karartını görüyorum.
Çok yaşa e mi?
:)

Not: sınavlarının olmadığı bir vakitte seni de beklerim.

Esen kal.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Salıncaklar Geceleri Gökyüzüne Ulaşır

Dosttan cümleler:
''-O gece o da senin oturduğun gibi oturmuştu salıncağa, ben de bu tarafa oturmuştum. Bak şurası da benim odam.
- Şeftalileri çok severim. Bazıları sevmez ama ben çok severim.
- Onun rengi bebek mavisi, simgesi de gamze :)
- Babamın bizi çok sevdiğini biliriz ama
-Ud çalmak istiyorum.
-Çok özel birisi olduğunu hissediyorum onun''


Efendim diyorum ki parklar gündüzleri çocuklara, geceleri ise çocuk kalmış ruhlara aittir.  Siz ne dersiniz?

AAA BU GECE YILDIZ KAYDI BİR DEE :)

19 Kasım 2011 Cumartesi

Hope

Bir zamanlar kardeşine hamile annesini  koruduğu için belki de çatılar bu kadar anlamlı geliyordu ona. O henüz doğmamıştı halbuki çatılar kadınlık lügatına ''sığınak'' olarak geçtiğinde. Ama anlatılmadan öğretildi bu hikaye, sırf kadın olarak doğdu diye. Annesinin en son isteyeceği şeyi yapmıştı ''onu anlamış''tı.

18 Kasım 2011 Cuma

Kendime Not

zülfü livaneli - sus söyleme
Uzaklara bakmalı, bir sigara yakmalısın. Rüzgar saçlarını uçurmalı. Şarkının gözlerinde yarattığı etkiye rağmen dik durmalısın. Dimdik! ve şarkının sonunda dudaklarında acı bir tebessüm oluşmalı.  Her şeye rağmen bastığın yeri hissetmeli ve kendine sahip çıkmalısın, gözlerindeki o  ''uzak arayışına'' rağmen yakınını sevmelisin. Bir gün herkes gidebilir, bir gün herkes bütün bu olan biteni, seni mutlu eden her şeyi yalanlayabilir. İç sesin inan diyorsa durmamalısın. Sahip çık, sahip çık! ve  çocuk kadın kalmaya devam et. Sana ''BÜYÜ ARTIK'' diye bağıran insanlara inat.


''O yollarda'' böyle durmalısın.
''O yollarda'' bu şarkıyı böyle dinlemelisin.


Ve unutma ''mutlu aşk yoktur''


Not'a devam: söndür o sigarayı sen sigara kullanmıyorsun şapşal :)

Ne diyordu Turgut Uyar?

Doktora tahlil sonuçlarımı öğrenmeye giderken her köşe başında rastladığım afişler  kağıda aktarılmayacak mektuplar yazdırıyor bana. Bir ölünün bedenini sürekli görmek...Kimseye onun öldüğünü anlatamıyorum. Oysa ki yol çizgilerine gömdüm ben onu. İçim eziliyor. Ezilirken çıkan o iğrenç sesi duyuyorum.Vıckkh!!!
Tıbbın önündeki o afişe bakıyorum, dokunuyorum. Dokunduğum anda bütün hücrelerime hücum eden o ''huzur''un yerini soğuk bir cam parçasının elime bıraktığı tozu alıyor.
Hastaneden içeri giriyorum. Hasta çocuklar, hasta kadınlar, mutsuz refakatçiler, sargılı adamlar, yorgun doktorlar ...Teker teker aralarından geçiyorum hatta düşüncelerimle akıyorum. Dahiliyeye yine geç kalmış bulunuyorum. ''Şu yol boyu karşıma çıkan afişler biraz fazla ilgimi çekiyor da şu sıralar doktor hanım, nasıl demeli? kabuk bağlamış bir yerim kaşınıyor sanki tatlı tatlı bundan geç kaldım'' diyemiyorum. Yine olanca suratsızlığıyla sonuçlarımı anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor bir çoğunu dinlermiş gibi yapıyorum. Aklıma Turgut Uyar'ın bir dizesi geliyor:
"ilaç milaç bok püsür
şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam..."
Gülümseyip çıkıyorum odasından.
O gün Pia'nın ölü bedeni arıyor beni(çok yoğun düşündüğümde oluyor bu, ilginç hala bir iletişim ağımız kopmamış(?)) yaşadığım şehre geldiğini ve bir kaç yeri gezmek istediğini, ona eşlik edip edemeyeceğimi soruyor. Sınavlardan dolayı vaktim yok diyorum kibarca. Sahiden vaktim yok fakat. Halbuki bir zamanlar günün 24 saatini 32 saate çıkarabilen bir mucize yarattırılıyordum tarafından.  Öyle ki tanrının yeryüzündeki temsilcisiydim ben, o hayatımdayken. Vaktim yok yani ama artık. Gayet insanım ben. Zayıflıklarımda içimde.
Sonra yine bir afiş çıkıyor karşıma bakıyorum:''çok şükür bunu tadamayanlarda var'' diyorum. Camda fotoğrafının üzerindeki yansımamı görüyorum. Gülümsüyorum kendime. Güzel miyim ne? :)
Bir de şöyle diyordu sanki Turgut Uyar-ki en sevdiğim şiirindendir -

''Seni sonsuz biçimde buldum, o biçimi almıştın
Kötü şehirle, terle baş başa kalmıştın''Bu dizeleri kendime armağan ediyorum.

 Not: Pia'nın ruhunu ve sıcaklığını  bu şarkıda  hissediyorum. Ruhun şaad olsun.

14 Kasım 2011 Pazartesi

''Sabah saatlerinde uyanıp yazmaya başladığımda tanrı benim üzerimden konuşuyormuş gibi hissediyorum'' diyor sylvia
 bu şarkıyı seviyorum ben ama.

7 Kasım 2011 Pazartesi

Muz Sesleri

Ece Temelkuran'ın ''Muz Sesleri'' kitabını okudun mu?
2010'un ocak-şubat ayında ne yaptın desen? hatırlamam. öyle silik ki görüntüler.
Ama bir kitap var ki. Başımı dizlerine yasladığım. Saçlarmı okşata okşata uyuttuğum. (kadınların birbirlerini saçlarından iyileştirdiğini oradan öğrenecektim)Sakince göz yaşı döktüğüm, kendimi gördüğüm, yeni hikayeye başlamak için güç bulduğum...
''hiç olmayı dene, asıl hikaye orada başlıyor'' diyordu hiçlik noktasındayken ben.

''ne yaşarsan yaşa geriye sadece bir hikaye olarak kalıyorsun, hiç olmamış gibi yalanmış gibi gelen''  pencereden dışarıya bakıyordum uzun uzun.
“sanırım sana mektup yazmak ruhuma gövdemden başka bir ev kurmaya yarıyor. temiz ve yarasız bir ev. çünkü artık hiçbir şeyin parçası olmak istemiyorum.''çirkin yazım sayfaları dolduruyordu. Mektuplar gönderilmesede yazılıyordu. Yazılmasını yasal kılıyordu kitap.
Bazen kalabalık bir grupla birlikte yolda yürürken arkada kalırım. Eğer kimse nerede olduğumu sormazsa kendimi fasülyeden sayarım. Nedenini  bilmediğim bu hareketimi, karşısına otutturup bana anlatıyordu kitap.
Terk edilmiştim. Geçecek diyordum. Bir sabah her şey bitmiş olarak uyanacağım. diyordum.
"kadında zaman geçmez. sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme." diyordu, başımı önüme eğip çaresizce kabulleniyordum.Gönderilmemiş mektuplarla dolu masam tozlanıyordu. Sonra rüzgar odama giriyordu penceremden. ''Hakikat tozda, rüzgar gelsin, uçursun ve sen onun peşine düş''  diyordu. Bavulumu ikinci evim yaptım.
Ben hep geç kalırım. Durağa ulaştığımda otobüsüm çoktan gitmiş olur. Diğer otobüs içinse daha çok erkendir. Sonra muzlara bakarım. Seslerini duymaya çalışırım. Bazen sesleri gelmesede seslerini duyarım.
Kitabın bittiği yerde muz sesleri başladı anlatmaya Beyrut'u, iç savaşı, ortadoğulu olmayı, kadınlığı,ölmeyi,hiçliği,başlamyı,yabancılığı,anneliği ve daha pek çok şeyi...
Bir  de akşam güneşinde odamın penceresinden muz bahçesini görseniz keşke...
Ve seslerini birlikte dinlesek sizinle durakta geç kalmış beklerken ve beklerken.
“onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. muz seslerini dinleyecekti. nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe…”



Uzaklardaki sevdiklerimin bayramını teker teker arayıp veyahut mesaj çekip kutladığımda yaşadıkları sevinci görmek bambaşka bir zevk.
Ve artık ''bayram nedir?'' e cevap verirken kendi lügatımda mutlaka değinmeden geçmeyeceğim bir mevzudur.
Biz ne ara bu kadar yozlaştık anlayamıyorum. Bir aralar mesajla bayram kutlamalarını eleştirirken, durumu normalleştirip bir de üzerine topluca mesaj çekilir oldu.
''İyi bayramlar. BLA BLALALA''
Otur, dinlen ve bence ''bayram nedir?''in içindeki anlamını bul, ona uygun yaşa.
Hiç bir şeye zorunlu değilsin  inan bana.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Kız kardeş

O resim yapar, ben ona mızıka çalarım.
Sonra oturur kahve içeriz.
Pencere kenarında insanları izler neşemizi buluruz.
Bir müzik açıp,
Odaya, masamıza, kalbimize notaları alırız.
Hassasiyet var serde.
Aynı notada gözlerimizi doldurup,
Birbirimizin gözlerindeki deniz kıyılarında gün batımını izleriz.

Siz bilmiyorsunuz!

Ben onun; annemin karnında unutulup, 4 yıl sonra ortaya çıkan parçasıyım.
(Bir de annesi )

4 Kasım 2011 Cuma

Zamanı mandalina dilimlerine böldüm

Alışveriş merkezlerine gidip alışveriş yapmayı beceremiyorum. Bu becerisizlikliğimide ''Imm ben AVM'leri pek sevmem'' tribi ile ört bas etmeye çalışıyorum :)
 Becerisizlikliğiminde sebebi şudur: Önceden mutlaka almak istediğim eteğin, pantalonun, kazağın, hırkanın... vb. şeylerin hayalini kurarım, kendimce kombine ederim bir takım kıyafetlerimle ve alışverişe o hayalle çıkar araştırmaya başlarım.Ancak alışveriş merkezlerinde o aradıklarımı bulamıyorum. Fazla modaya boğulmuş. Fiyatları abartılmış. Tek tip kadın ve erkek yaratmaya yönelik uğraşlar arasında kibarlıktan ölecek mağaza görevlileriyle birbirimize şaşkın şaşkın bakarız. Ben kararsız, onlar yorgun derken kasvet bastıkça basar. Bir de 2-3 katlı binaların içinde her şeyin olması fikri beni sıkıyor açıkçası. Sokakta gezerken, vitrindeki o kıyafete bakıp aşık olmak. Ya da salaş bir butikten elin kolun dolu çıkmak gibisi var mı? Bence yok. Ben AVM'lerde sıkıntıdan aradığım gözümün önündeyse bile göremem, görsem karar veremem. Yani dedim ya beceremem.
Neyse o değilde bir şey anlatmak istiyorum.
Ben 1. sınıftayken Sinema Topluluğundaydım. Her salı film gösterilerimiz olurdu.(hala da olur.) Biz filmin başında insanlara form dağıtıp sonrada üye olmak isteyenlerden formları toplardık. O gün film bitişinde formları ben toplayacaktım. Aldım aldım... derken bir çocuk turuncu kalemiyle formu dolduruyor, solak ve kolunda da turuncu bir saat var. Elimi kaldırdım ve kaldım. Bana baktı. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Gülümsedim ona. ''Saatiniz çok güzelmiş.'' dedim.''Turuncu rengini çok severimde'' dedi. Hemen atladım. ''BENDEEEE'' diye. Üzerimde o çok sevdiğim turuncu kazağım vardı. Baktı bana, gülümsedik birbirimize. ''Bu kalem o zaman sizin olsun, benden size bir hatıra kalsın.'' dedi. Teşekkür edip aldım.
Bugün  annem ve jansetle bir AVM'de gezerken, tam sıkılmaya başlamışken, turuncu saati gördüm. Daha önceleri vitrinde gördüğümde bakar, gülümser geçerdim. Saati almak gibi bir fikrim hiç olmadı. Ama bugün oldu.
Ve zamanı mandalina dilimlerine böldüm.
Not:Saatin tik tak sesini dinleyip mutlu oluyorum, heyecanlanıyorum falan şaşkın şaşkın.

Bu şarkıda benden saatime gelsin.(Tıkla)

Balzamin

3 Kasım 2011 Perşembe

'' Dünyanın ekseni kaydı Behzat. 12 cm yerinden oynadı, sen bana 1 cm bile yaklaşmadın.''

:)



Güneşli, sıcacık, muz bahçeli, Akdeniz kokulu, portakal ağaçlı bir günaydın.
Şunu da şuraya bırakıp kaçayım:  here comes the sun